Adliyedeki adaletsizlikler
23 Şubat 2012
Tüfek icad olunca mertlik bozulmuş ya…
Bu gün yazacaklarım aynen onun gibi.
Eski usul adliyecilikte, adalet elle ya da daktilo makinesiyle dağıtılırdı. O zamanlar “pelur kâğıtlar” vardı, aralarına karbon kağıdı konur, bir seferde beş-altı nüsha yazı bile çıkarılırdı daktilodan. En alttakiler soluk çıkardı biraz, ama okunurdu. Okunamıyorsa imzalanmaz-mühürlenmezdi zaten.
Sonra fotokopi makineleri çıktı ve yazıyı çoğaltmak kolaylaştı. Ama hangisi aslı hangisi fotokopisi tartışmaları başladı. Islak imzalı “belge” ile imza fotoğrafı içeren ve fotokopi ya da faks makinesinden çıkmış kâğıt parçası arasındaki farkları bilmeyenler çok sıkıntılar çektiler.
Sonra bilgisayar ve yazıcı girdi hayatımıza ve adliyeye.
Sonra da Adalet Bakanlığı UYAP adlı programı devreye soktu ve güvenli internet yardımıyla işler hızlandı, güvenli elektronik imza ıslak imzaların yerine geçmeye başladı.
UYAP sistemi zamandan tasarruf sağladı, kâğıt, pul, zarf israfını önledi. Buraya kadar güzel.
Ama eksikler yine var. Yanlışlar yine var.
Bilhassa savcılıklarda ve ceza mahkemelerinde, sanığa haklarının önceden okunup anlatılması kanunî bir mecburiyet. Ama buna genellikle uyulmuyor.
Bazı kâtipler, hakimler, savcılar; aslında okutmadan imzalattıkları belgelerin altına “okudum, anladım, imzaladım” yazıp çıktısını alıp ilgili kişiye öylece imzalatıyorlar.
Böylece, imza atan kişi o kâğıtta yazanların hepsini okumuş ve biliyor sayılıyor. Ama haklarının hiçbirini bilmeden işi bitiriliyor, yazıların çok azını okuyabiliyor. Hatta daha vahimi de var.
Bilgisayarda önceden hazırlanan “ifade tutanağı” gibi belgelerde, fazla yer tutmasın ve israf olmasın (!) diye olsa gerek, kanunlar gereği bulunması ve imzalatılmadan önce okutulması zorunlu olan “rutin” bilgilerin hepsi “karınca duâsı” gibi yazılıyor.
Okuyabilene aşk olsun…
Halbuki Başbakanlığın 2004/8125 sayılı Resmî Yazışma Kuralları Yönetmeliği’ne göre, resmî yazılar daktilo karakteriyle (yani Times New Roman) ve 12 punto olmalı.
Hadi diyelim yargı bağımsız (bakımsız) ve adliyeler başbakanlığa bağlı değil.
Ama bağımsız hakimler, savcılar, kâtipler; okunamayacak kadar küçük yazılarla dolu belgeler düzenleyip ilgilisine okutmuş “gibi yaparak” aslında insan hakları ihlâli yaptıklarının farkında değiller mi?
HSYK müfettişleri denetimlerinde bu yanlış gidişe ne ceza teklif ediyorlar? Yoksa onlar da mı aynı hatayı tekrar ediyorlar.
Onu da geçtik, daha vahimi, Başbakana bağlı İçişleri Bakanına bağlı Emniyet Genel Müdürüne bağlı polislerin tutanakları da savcılarınkinden farklı değil. Durumu görmek için, dileyen görevli üç beş dosya incelesin yeter.
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı bu işlerle ilgilenmez. Elbette, daha önemli işleri var!
O zaman bendeniz sorarım: İnsan haklarını geliştirmek iddiasıyla çıkarılan onca kanun ne işe yarar?
İlle de tatbikat…
|
Prof. Dr. Ahmet Battal |
Sitemizdeki yazıları |
|
Prof. Dr. Ahmet Battal |
Sitemizdeki yazıları |