05 Mart 2016, Cumartesi
Hukuk Fakültelerinde insan hakları, anayasa ve ceza hukuku derslerinde öğretilir:
Suç ve ceza şahsîdir. Kim suçlu ise cezayı ona vermek gerekir. Suça teşvik eden ve suça azmettiren de kendi suçunun cezasını alır. Ama suçla alâkası olmayan bir kişi, suçlunun akrabası veya fikirdaşı da olsa cezalandırılamaz.
Bu bilgiyi yeterince özümsetebiliyor muyuz?
Hayır. Bilhassa son dönemde masum-suçlu ayırt etmeksizin, insanlar, “savaş şartları var, kurunun yanında yaş da yanar” denilerek, hem de gıyaplarında, tarifsiz suçlarla suçlanıp fikren mahkûm ediliyor. Sosyal çevre anlamında linç ediliyor ve hatta adlî yönden de cezalandırılıyor ya da en azından mağdur ediliyor.
Böylece adalet zirüzeber oluyor. Hukuka itimat kayboluyor. Sosyal doku tahrip ediliyor.
Orta ve uzun vadede en iyi çözüm, suçun ve cezanın şahsîliği prensibini vicdanlara yerleştirecek şekilde herkese ders vermek.
Ama bu dersi Kur’ân’ın adalet dersi olarak neşretmek lâzım ki kalplere de tesir etsin.
Kur’ân’da beş yerde geçen bir âyet var: “Ve lâ tezirû vâziretün vizra uhra”.
Bu âyetin mânâsı, meallerde “hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” biçiminde veriliyor.
Bu mânâ elbette doğru. Ama galiba eksik. Zira meal yazanlar “günah” kavramını kullanınca okuyanın zihnine de ahiretteki hesap ve ceza geliyor. Dolayısıyla âyetin dünyevî adaletle ilişkisi kesiliyor. Galiba bu yüzdendir ki hutbelerde ve vaazlarda bu âyete atıf yapıldığını kimse duymadı.
Oysa Risale-i Nur Külliyatında en sık zikredilen ve en ayrıntılı tefsir edilen âyetlerden biri bu âyet.
Bediüzzaman, “Kur’ân’ın anayasal prensibi” olarak zikrettiği bu âyetin mealini şöyle veriyor: “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.”
Yani birinin suçu yüzünden, onun suçuna iştirak etmiş olmayan başka kişilere ceza verilemez, verilirse en temel hakkı ihlâl edilmiş olur.
Demek ki insan hakları sözleşmelerinde ve anayasalarda yer alan “suç ve ceza şahsîdir” kuralı aslında Kur’ân’ın adalet dersidir.
Oysa cemiyetimizde etki ve yetki sahibi olanlar, maalesef çoğu zaman, bu âyeti bilmiyormuş gibi davranıyorlar. Bu insan hakları derslerini Batıdan almak da işlerine gelmiyor.
O halde bir proje yapmak ve bu âyetin bu mânâsını herkese öğretmek, herkesin ruhuna yerleştirmek lâzım. Zira İslâm cemiyetinin kardeşlik hukukunu muhafaza etmenin yolu “canilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmaktan” geçiyor.
Bu projeyi Barolar Birliği ve Barolar sahiplenmeli. Hukuk Fakülteleri sahiplenmeli. Adalet Bakanlığı da sahip çıkmalı.
Diyanet İşleri Başkanlığı da bu projeyi sahiplenmeli. Risaleleri basmak güzel. Ama bununla yetinmek olmaz. Bu çağdaş tefsirin bakış açısını her yönüyle hayata intikal ettirmek de lâzım.
|
Prof. Dr. Ahmet Battal |
Sitemizdeki yazıları |
|
Prof. Dr. Ahmet Battal |
Sitemizdeki yazıları |