Valinin idaresinde ve hâkimin hükmünde adalet
08.03.2016
Son yazımızda, bu zamanda bilhassa ihtiyaç duyduğumuz “suçun ve cezanın şahsîliği prensibi”ni Kur’ân’dan ve onun çağdaş tefsiri Risale-i Nur’dan ders alarak dünyaya ders vermek gerektiğini yazdık.
Diyanet İşleri Başkanlığını göreve çağırdık.
(Şimdilik ses yok. Duymadılar mı ,yoksa duydular da duymazdan mı geldiler? Olsun, biz hüsnü zannımızı muhafaza edip görevimizi yapmaya devam edelim.)
Bir örnek olay:
Bir hukukçu vali olsa…
Atandığı ilde çingene mahallesi de bulunsa…
Resmî raporlara göre adlî olaylar yönünden bu mahalle diğer yerlerden daha vukuatlı olsa…
Vali, asayiş toplantısında, önleyici kolluk olarak bu mahalleye fazla sayıda sivil polis ekibi yönlendirmeyi emretse…
Emniyet Müdürü de muhterem bir çingene kardeşimiz olsa ve valiye “Neden ayrımcılık yapıyorsunuz, neden çingeneleri potansiyel suçlu olarak görüyorsunuz, neden toptancılık yapıyorsunuz, neden…” dese haklı olur mu? Hayır.
Zira bu bir tedbirdir ve bir takdirdir, suçlama ya da cezalandırma değildir.
Peki, aynı hukukçu, vali değil hâkim olsa…
O hâkimin önüne, bir kişi tarafından işlendiği kesin olan bir suçtan dolayı iki sanık gelse…
Savcı iddianamesinde “ya bu suçlu ya da şu, ihtimal yüzde elli, ama şu sanık bir çingene ve babası da hırsızlıktan sabıkalı, dolayısıyla şu sanığın suçlu olma ihtimali daha kuvvetli” dese…
Bu sanığın, kendisi de bir muhterem çingene olan avukatı “müvekkilim masum, başka suçlu çingenelerin suçunu ona ne hakla yüklersiniz, kurunun yanında yaşı nasıl yakarsınız, toptancılık adaletin neresinde var” diyerek feryat etse ve beraat istese…
Bu savunma haklı mıdır? Elbette evet.
Çünkü suç ve ceza şahsîdir. Birinin suçuyla başkası mes’ul ve mahkûm edilemez. ‘Âyet’in hükmüyle; “hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” ya da “hiçbir günahkâra başkasının günahı yüklenemez”.
Hem de “şüphe mahkûmiyete değil beraata götürür” yani “şüpheden sanık yararlanır”.
O halde dersin sonu:
Kaymakamdan cumhurbaşkanına kadar, yönetme yetkisini elinde tutanlar, “adalet namına” diyerek bazı genellemeler yapabilirler. Bazı varsayımlardan yola çıkmak, keyfîlikten kaçınmak şartıyla, idare edenler için makul sayılabilir.
Oysa “adalet namına” hüküm veren ve adalet dağıtan hâkimler, asla varsayımla ve genellemelerle hareket edemezler, şüphe üzerine mahkûmiyet tesis edemezler.
Aksi halde bütün dünya için dahi iptal edilemeyen “masumun hakkı ve hayatı” basit bahanelerle gasp edilmiş olur. Ki, buna “adalet namına zulmetmek” deniliyor.
İşte makam farkı. ‘Anlayan’a.
|
Prof. Dr. Ahmet Battal |
Sitemizdeki yazıları |
|
Prof. Dr. Ahmet Battal |
Sitemizdeki yazıları |