Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Belâgatlı bir anayasa

Belâgatlı bir anayasa

Nimet DEMİR

Yeniasya Gazetesi-28.11.2012

Belâgat kelimesi, benim zihnimde; ’güzel söz söyleme, bir meseleyi vurgulu kelime ve cümlelerle anlatma‘’ gibi hep edebiyatla ilgili alanları çağrıştırırdı.

Bediüzzaman Said Nursî’nin Muhakemat isimli eserinin ikinci makalesi olan “Unsuru’l Belâgat” üzerine bir çalışmaya katıldığımda, bu kanaatimin ne kadar eksik olduğunu fark ettim. O çalışmada her şeyden önce belâgatin; insan hayatının her alanına nüfuz ettiği, ona mükemmellik kazandırdığı, Kâinatın yaratılışının ve işleyişinin belâgat dâhilinde gerçekleştiği ortaya konmuştu. Bediüzzaman’ın incelediğimiz söz konusu makalesinde belâgatin; mânâ, lâfız ve ziynet olmak üzere üç merhaleden oluştuğu; lâfız ve ziynetin mânâya hizmet etmesi, onu en uygun ve en güzel şekilde nazarlara sunması gerektiği vurgulanmaktadır.

Madem belâgat, insanın bireysel ve toplumsal hayatında mükemmellik arayışıdır, o zaman belâgatin etkisini en çok göstereceği alanlardan birinin de toplumsal hayatı düzenleyen hukuk olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Belâgatin; mânâ merhalesi, hukukun sosyal olgu ve etik değerleriyle, lâfız ve ziynet merhalesi ise norm merhalesiyle örtüşür. Belâgatin mânâ unsurunu, hakikatin soyut güzelliklerine nüfuz eden fikir ve hisler teşkil etmektedir. Lâfız ve ziynetin görevi ise hakikatin soyut güzelliklerine menşe olan fikir ve hisleri en güzel bir şekilde ifade etmek, yani uygun olan ve güzelliklerini ortaya koyan sözcük elbisesini ve aksesuarını o manaya giydirerek, soyut güzellikleri, somutlaştırıp, görünür kılmaktır. Mânâdan beslenmeyen, onun hakikatlerini dikkate almayan, lâfzın öncelendiği bir edebî eserin, beliğ değil, hastalıkla malûl bir eser olacağı aşikârdır. Böyle bir esere Bediüzzaman Said Nursî “lâfızperest” ismini lâyık görmektedir. Nasıl ki beliğ bir edebî eserde hakikate nüfuz eden fikir ve hislerin esas alınması gerekliyse, aynı şekilde beliğ bir hukukta da sosyal olgu ve etik değerin esas alınması gerekir. Sosyal olgu ve etik değeri göz ardı eden bir hukukî düzenlemenin de hastalıklı olacağından kuşku duyulmamalıdır.

Hukukta sosyal olgu, toplumda var olan ve yükselen değerlerin hukukça koruma altına alınmasıdır. Yani bir kanun yapılırken, kanun yapanı harekete geçiren kuvvet, toplumdaki var olan ve yükselen değerler olmalıdır. Toplumun benimsemediği, itibar etmediği bir değerin kanun oluşturmada esas alınması, toplumu bu değere uymaya zorlaması, toplumu ve devleti birbirine yabancılaştıran sorunlu bir davranıştır. Demek ki kanun yaparken müsbet ve hayırlı bir sonuç için halkın değerlerinin esas alınması gerekir. Meşhur Solon Kanunları bu şekilde oluşturulmuştur. Bilindiği gibi Antik Yunan Şair ve Devlet Adamı olan Solon, M. Ö. 600’lü yıllarda, uzun arayış ve geziler sonucu hazırladığı kanunları, Atinalılara okurken, onlara; “Ben size dünyanın en iyi kanunlarını getirmedim, fakat Atinalılar için en uygun kanunları getirdim“ der. Solon bu sözleri ile elbette hukukun sosyal olgusuna vurgu yapmaktaydı.

Hukukun etik değer ilkesi, kuralları oluştururken evrensel adalet ve ahlâk ölçülerinin devrede tutulması, sosyal olguların bu değerlerle test edilmesi anlamına gelir. Yani etik değer, toplumda yükselen bütün değerlerin herhangi bir süzgeçten geçirmeksizin korunmaya değer olup olmadığı, korunmaya değer ise bu değeri ihlâl eden davranışın hangi oranda cezalandırılacağı ile ilgilidir. Meselâ, toplumda, kısa yoldan gayrimeşrû metotlarla zengin olma olumlu bir davranış olarak yükseliş trendine geçmiş ise, yani Şener Şen’in ‘’Namuslu’’ filmindeki gibi bir toplum anlayışı hâkim olmaya başlamış ise, bu anlayış ve değer hukukça korunacak mıdır? Etik değer buna hayır cevabını verir. Yine, bir mağdurun gözlüğünü zorla alan sanığa verilecek ceza, o mağdurun gözünü çıkaran sanığa verilecek cezadan daha fazla ise, burada da bir adaletsizlik olacağı aşikârdır. Bu durumda yasa koyucu mülkiyet hakkını, hayat hakkının, yani hayatın bütünlüğünün önüne geçirmiş olacaktır ki, etik değer burada da yasa koyucunun önüne çıkarak, adalet terazisindeki doğru ölçüyü ona hatırlatacaktır.

Hukuku oluşturan norm ilkesi ise, toplumda korunması düşünülen, adalet süzgecinden geçirilmiş değerlerin, kanun metni haline dönüştürülmesidir. Bu değerlerin metne dönüştürülmesi oldukça teknik ve zor bir iştir. Bu değerleri öyle bir şekilde norm haline getireceksin ki, başka bir değer oraya sirayet etmesin. Keza koruma altına alınacak değerin hiçbir unsuru da dışarıda kalmasın. Yani oluşturulacak metin, eskilerin tabiri ile “etrafına cami, ağyarına mani” olsun. Yine metin oluşturulurken mantık kurallarına riayet edilmeli, maddeler arasında çelişki ve tezat olmamalıdır. Keza metni oluşturacak cümleler, uzun olmamalı, kısa kalmamalı, kulakları tırmalamamalıdır. Yani tam bir vecize olmalıdır.

Toplumun değerlerinin, adalet süzgecinden geçirilerek norma dönüştürülmesi, yani ideal hukuk, her yönüyle belâgat isteyen bir iştir. Toplumun değerlerini ve adaleti göz ardı eden bir hukukî çalışma, toplumsal barışı sağlamayacağı gibi, ele aldığı değeri tam olarak ifade edemeyen bir norm dahi kötü niyetli kişilere karşı adaleti koruyamaz. Hukukun ele aldığı değeri metne dönüştürme işlevinin önemini yakın tarihimizde Anayasa Mahkemesinin TBMM’nin cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili iradesini geçersiz kılan, halk tabiri ile 367 kararında gördük. Bu karada, ideolojik yapının kötü niyetinin yanı sıra normun ele aldığı değeri sorunlu ifadesininde, rol oynadığını görmekteyiz. Biz bu yüzden yeni yapılacak anayasa normlarının etrafına cami, ağyarına mani bir dil ve üslûpla kaleme alınmasını temenni ediyoruz.

 

Nimet Demir Yazıları