Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Ceza İnfaz Sisteminde Yeni Arayışlar

Ceza İnfaz Sisteminde Yeni Arayışlar

Nimet DEMİR

Yeniasya Gazetesi-20.02.2013

Mahkemeler tarafından verilen ve kesinleşen cezaların infazından amaç; suç işleyip ceza alan mahkûmun, ruh ve beden sağlığını bozmadan, onun içindeki insana ulaşmak, insani değerlerini ortaya çıkarmak ve bu şekilde onu yeniden topluma kazandırmaktır. Bilindiği gibi suç, toplumda yerleşik olan insani değerlerin ağır ihlalidir. Mahkum, bu değerleri ihlal etmiş, dolayısı ile toplumsal hayattan tecrit edilmiş kişidir. Suçluyu yeniden topluma kazandırma, diğer eğitim kurumlarında gösterilmesi gerekenden daha fazla hassasiyet isteyen bir iştir. Çok yönlü bir eğitim programı gerektirir. Suçluların topluma kazandırılması yönünde bugüne kadar istenilen sonuç maalesef alınamamıştır. Yine bugüne kadar ceza evlerimiz ıslah yeri olmak yerine, adeta birer suç okulu işlevi görmüşlerdir.

CEZAEVLERİNİN DURUMU:

Günümüzde ceza evlerine baktığımızda, geçmişten çokta farklı olmadığını görmekteyiz. Daha önce var olan olumsuzlukların aşağı yukarı halen devam ettiği malum. Geçmişte var olan sorunların zamanımıza kadar devam ettiğine dair üç kesit sunmak isterim.

Birinci kesit: Yıl 1955. Necip Fazıl Kısakürek “Yılanlı Kuyudan” isimli kitabında cezaevi hatıralarını yayınlar. O günkü cezaevini ondan dinleyelim. “Sübyan koğuşu hailesi anlatılabilir gibi değildir. Bunların hepsi, doktorun tabiriyle “önlerinden ve arkalarından bel soğukluğuna müpteladır. Cemiyetimizin halini göstermek için tereddütsüzce kaydediyorum; hapishanede çocukların işi gece gündüz, birbirinin iffetini didik didik etmektir. Buraya bir gün için düşecek çocuk ebediyen mahvolmuştur... “

İkinci kesit: Yıl 1976. Yılmaz Güney Ankara Merkez ve Kapalı Tutuk Evin'de, çocukların ırzına yönelik saldırılar sebebiyle çıkan isyana şahit oldu. Bu isyanı 1983 yılında senaryoya dökerek, “Duvar” isimli filmini yaptı.

Üçüncü kesit: Şubat 2012. Pozantı Cezaevi'nde ki çocuk mahkûmlara tecavüz edildiği basına yansıdı. Mahkumlar başka cezaevlerine nakledildiler. Pozantı Cezaevinin kapanması gündeme geldi.

Cezaevlerindeki olumsuzluklar, sadece çocuk mahkumların ırzına yönelik saldırılarla sınırlı değil elbet. Hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarında uzmanlaşmak, örgütlü suçlarda işin teorisini talim etmek... hep bu cümledendir.

CEZAEVLERİNİN ISLAHI:

 Suç işleyen mahkûmların ruh ve beden sağlığını bozmadan içindeki insana ulaşmak, insani değerlerini ortaya çıkarmak ve bu şekilde onları yeniden topluma kazandırmak maksadı ile vücuda getirilmiş cezaevlerinin içinde bulunduğu bu içler acısı duruma, derhal son verilerek, ıslah yeri ve gerçek manada birer eğitim kurumuna dönüştürülmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle insanı tanımlamak lazım. İnsanı tanımladıktan sonra suçlunun içindeki insana ulaşmak mümkün olacaktır. Bir varlığı tanımlamak, o varlığı benzerlerinden ayıran özelliklerini ortaya koymakla mümkündür. Bediüzzaman Hazretleri Sözler isimli eserinde, insanların üç noktada diğer varlıklara nazaran potansiyel sahibi olduklarını belirtir. Bunları terakkiyat-ı fenniye(maddi kalkınmışlık), havarik-ı sun'iye(sanatta ilerleme), kemalat-ı ilmiye(yüksek ahlak) olarak sıralar. İnsanların meleklere üstünlüğünü bu bilkuvve kabiliyetleri ortaya koymasına bağlar. Bediüzzaman Hazretlerinin, insana yönelik yaklaşımında yalnız olmadığı, bu konuda Kant'ın da benzer sonuca vardığını görmekteyiz. Kant insanda üç akıl olduğunu, bunların; olgular evrenini kavrayan teorik akıl, aşkın evreni kavrayan pratik akıl ve güzelliği kavrayan estetik akıl olduğunu ifade eder. Bu konu İslam fıkhının da ilgi alanına girmiştir. Ünlü İslam Âlimi Şatıbi “ El Muvafakat “ isimli eserinde, insanların ihtiyaçlarını; zaruriyat, haciyat, tahsiniyat ve tekmiliyat şeklinde sıralar. Zaruriyat ve haciyat; insanların olmazsa olmaz gereksinimleri ile diğer maddi ihtiyaçlarıdır. Tahsiniyat güzellik ve sanaat ihtiyacını, tekmiliyat ise mükemmellik arayışlarını ifade etmektedir. Zaruriyat ve haciyat Bediüzzaman'ın terakkiyat-ı fenniyesine, Kant'ın teorik aklına denk gelirken, tahsiniyat ve tekmiliyat Bediüzzaman'ın havarik-ı sun'iye ve kemalat-ı ilmiyelerine, Kant'ın estetik akıl ile pratik aklına denk gelmektedir. Esasen suç işleyen mahkûmların ruh ve beden sağlığını bozmadan, içindeki insana ulaşmaktan maksat, Bediüzzaman, Kant ve Şatıbi'nin üzerinde ittifak ettikleri insana ait bu potansiyel kabiliyetleri ortaya çıkarmak ve onları mecralarına sokmaktır.

Bu izahtan sonra, şimdi, insandaki bu potansiyellerin hayatımızdaki pratik karşılığı ve cezaevlerine yansımalarını ele alalım.

1- Bediüzzaman Hazretlerinin tabiri ile terakkiyat-ı fenniye, Kant'ın tabiri ile teorik akıldan maksat, insanın dünya hayatında maddi ihtiyaçlarını karşılayacak, uygar bir hayat sürmesini sağlayacak fenleri ve teknikleri geliştirmesidir. Bu, toplum için maddi ilimler iken, tekil insan için bir meslektir. Madem konumuz suç işleyen insandır. O zaman terakkiyat-ı fenniye veya teorik akıldan kinaye suçlunun hayatını kazanmak için meşru bir meslek edinmesi olmalıdır. Suç işleyen insanlarla ilgili yapılan araştırmalar, bize suçluların büyük bir bölümünün bir meslek sahibi olmadığını, işlerinin bulunmadığını göstermektedir. İşsizlik ve bir meslek sahibi olmamak suç işlemede önemli bir yer tutmaktadır. Bu durumda hem suç işlenmesini önlemede insanlara bir iş ve meslek kazandırmak, hem de suç işleyen işsiz ve mesleksiz mahkûmlara cezaevinden çıktıktan sonra tekrar suç işlememeleri için kazanç getirecek bir meslek sahibi yapmak elzem gözükmektedir. Burada bir parantez açarak, bilhassa hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarından mahkûm olan pek çok suçlunun, suç teşkil eden eylemleri bir meslek olarak algıladıklarına değinmek isterim. Birden fazla hırsızlık eylemini gerçekleştiren bir suçlu, aşağı yukarı bütün eylemlerinde aynı yöntemi kullanmaktadır. Mesela kapkaç yöntemi ile hırsızlık yapmayı itiyat edinmiş bir suçlunun geçmiş sabıkasında bulunan mahkûmiyetlerini incelediğimizde, hemen hemen hepsinde kapkaç metodunu kullandığını görüyoruz. Bu kişi başka bir yöntemle hırsızlık suçundan dolayı itham edildiğinde, “ben kapkaç suretiyle hırsızlık yaparım. Bu şekilde hırsızlık yapmam” diye kendini savunmaktadır.

Demek ki ıslahın ilk aşaması, mesleği olmayan mahkumların eğilimlerinin tespiti ile bu eğilimlerine uygun meslek edindirmek olmalıdır. Son yapılan yasal değişikliklerle bu yol açılmış bulunmaktadır. Ancak henüz yeterli seviyede sonuç alınmış değildir. Bu konuda eksikliklerin tespiti, yapılması gerekenlerin belirlenmesi, akabinde harekâta geçilmesi huzurlu bir toplum için gereklidir.

2- Bediüzzaman Hazretlerinin kemalat-ı ilmiye(yüksek ahlak), Kant'ın ise pratik akıl diye ifade ettikleri potansiyelden maksat; insanın hem kendine, hem de başkalarına karşı dürüst ve adil davranması, hilm ve ilim sahibi, cesaret ve cömert olması, iffetini korumasıdır. Yani Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmasıdır. İnsanın bütün bu yüksek ahlaki değerlere gerçek manada sahip olabilmesi için, aşkın bir varlıkla irtibatının bulunması gerekmektedir. Dostoyevski “Delikanlı” isimli romanında bu gerçeği “Tanrı olmazsa insandan erdemli olması beklenemez” sözleri ile dile getirir. Yüksek ahlaki değerlerin edinilmesi, bilhassa suç işleyip cezaevine düşmüş biri tarafından edinilmesi ciddi bir teorik ve pratik eğitimle mümkündür. Cezaevlerinde istek halinde din dersleri verilmektedir. Ancak bu derslerin yetersiz kişiler tarafından teorik düzeyde anlatıldığı bir gerçektir. Bu yüzden istendiği manada sonuç alınmadığı da malum. Bu değerlerin teorik düzeyde anlatılıp tarif edilmesi yeterli değildir. Filibeli Ahmet Hilmi Efendi'nin “tevfik olmazsa tarif işe yaramaz” özdeyişindeki haklılığın göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Öncelikle bu eğitimden geçirilecek insanlar için bu değerleri nefsinde yaşayan rol modellere ihtiyaç bulunmaktadır. Demem o ki, yüksek ahlaki değerlere ilişkin eğitimi veren kişilerin rahmetli Ali Fuad Başgil Hoca'nın “hak ve kuvvetinden emin, vakar sahibi, metin ve sakin” diye tarif ettiği salabet-i diniye sahibi olmaları gerekir. Ancak o zaman yüksek ahlaki değerlere ilişkin eğitimden sonuç alınacaktır.

 3-Bediüzzaman Hazretlerinin tabiri ile havarik-ı sun'iye(sanatta ilerleme), Kant'ın tabiri ile estetik akıldan maksat insanın sanatsal yönüdür. Din nasıl insan için fıtri bir ihtiyaç ise sanat da insan için fıtri bir ihtiyaçtır. Rahmetli Ali Şeraiti “din kapı ise sanat da penceredir” der. Onun anlatımı ile sanat yoluyla insan, zorunlu ikameti süresince dünya zindanından bir pencere açarak, ideallerindeki olması gereken dünyayı seyredecektir. Cezaevindeki suç işlemiş mahkûmların içindeki insana ulaşıp, onu dışarı çıkarmak ve mahkûmu salaha kavuşturmanın bir diğer aşaması, onu sanatla tanıştırmaktır. Bir bakıma fıtratını görmesini sağlamaktır. Bunun bir ihtiyaç olduğunun gecikilmeden kabul edilerek, Cezaevi idarelerince, her mahkûmun yeteneğine uygun bir sanat dalıyla uğraşmasının temini için gerekli şartların oluşturulması temennimizdir.

SONUÇ:

İnsanlık bir makamdır. Bu makam olgular dünyasında uygar bir yaşam kurmayı, yaşama estetik katmayı ve aşkın varlıkla irtibat kurup, yüksek ahlak edinmeyi gerektirir. Her beşerde bu insani değerler bilkuvve vardır. Bilfiile dönüştürüp insan olmak için bilinçli yöneliş ve çaba gerek. Suçlu bu yöneliş ve çabayı göstermeyen, insani değerleri takdir etmeyip, bu değerleri ihlal eden kişidir. Dolayısı ile tecrit edilip, içindeki insanı dışarı çıkaracak yoğun ve hızlandırılmış bir eğitime tabi tutulmalıdır. Aksi takdirde Avrupa'nın ve Dünya'nın en büyük adliyelerini yapmak zorunda kaldığımız gibi, Avrupa'nın ve Dünya'nın en büyük cezaevlerini yapan bir ülke haline geleceğiz!

 

Nimet Demir Yazıları