Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Ceza sorumluluğu

Ceza sorumluluğu

Nimet DEMİR

Yeni Asya Gazetesi-02.01.2013

Yeni anayasa çalışmaları her ne kadar rötara uğradıysa da biz toplumda ciddî bir şekilde var olan yeni, sivil ve demokrat anayasa beklentisinin galip geleceğine ve Meclisin halkın beklentisine duyarsız kalmayacağına inanıyoruz.

Temennimiz Meclisin anayasa çalışmalarını devam ettirmesi ve kısa sürede halkın beklentisine cevap olacak yeni bir anayasa hazırlamasıdır. Biz yeni anayasadan beklentilerimizi dile getirmeye devam edeceğiz. Böylece halkın beklentisinin kamuoyunda gözükmesi noktasında üzerimize düşen görevi de yerine getirmiş olacağız.

Bu yazımızda ceza sorumluluğunu ele alacağız. Bilindiği gibi ceza sorumluluğunun genel ilkelerinin başında “cezaların şahsîliği” kuralı gelir. Cezaların şahsîliği kuralında esas; birisinin işlediği suçtan dolayı bir başkasının ceza almamasıdır. Cezaların şahsîliği evrensel bir hukuk ilkesidir, hemen hemen bütün anayasalarda yer alır. Almasa bile evrensel bir ilke olarak göz önünde bulundurulması gerekir. Bu ilke bizim 1982 Anayasasının 38. maddesinde yer almaktadır. Cezaların şahsîliği, insanlığın maruf haline gelmiş ortak bir değeri olmasına karşın, yine de insanlık tarafından en çok ihlâl edilen kuralıdır. Bediüzzaman Said Nursî eserlerinde, Cezaların şahsîliği kuralına vurgu yapan En’am Sûresinin 164. âyetindeki “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” ifadesinin üzerinde sıklıkla durur ve bu ifadenin ilkeleştirdiği değerin sadece ceza hukuku alanında değil, bütün insanî ilişkilerde dikkate alınmasını ister. Bediüzzaman, milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının bu ilkenin göz ardı edilmesi neticesinde çıktığını belirtir. Toplumdaki pek çok ihtilâfın kaynağında dahi bu kuralın ihlâlinin yattığını ifade eder.

21. asra girdiğimiz bu zaman diliminde dahi cezaların şahsîliği kuralının sık sık ihlâl edildiğine şahit olmaktayız. Toplumumuzda başkasının olumsuz eylemleri sebebi ile o eylemlerde dahli bulunmayan pek çok insanın menfi yönde etkilendiği malûm. Meselâ babası hırsızlık yapan bir kişi, babasının bu mahkûmiyetinden dolayı liyakat kazandığı pek çok göreve getirilememektedir. Bu meyanda meselâ polis olamamaktadır. Bu tarz misalleri çoğaltmak mümkün. Dolayısıyla cezaların şahsîliği ilkesini sadece ceza hukuku alanına münhasır kılan düzenleme yerine, bu kuralın genişletilerek bütün ilişkileri kapsayacak şekilde anayasada yer alması, mevzuatın taranarak bu ilkeye aykırı düzenlemelerin ayıklanması sağlanmalıdır.

Nimet Demir Yazıları