Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Kürt sorununa dinî çözüm arayışları

Kürt sorununa dinî çözüm arayışları

Nimet DEMİR

Yeni Asya Gazetesi-12.12.2012

Son otuz senedir Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan soruna asayiş ve az gelişmişlik penceresinden bakan devlet, ister istemez bu soruna asker ve ekonomik yöntemlerle çözüm üretemeye çalıştı. Ancak teşhis yanlıştı. Ve bu yüzden sorunun çözümü için başvurulan yöntem problemi derinleştirmekten öte bir işe yaramadı. Oysa sorunun temelinde Türk etnik kimliğini merkeze alan ulus-devlet projesi yatmaktadır.

Ulus-devlet, niteliği itibariyle etnik temelde tekil ve totaliterdir. Tanımladığı merkezi kimlik dışında kalan bütün unsurları ötekileştirir ve onları tanımaz. Ulus-devletin bu tekil ve totaliter yaklaşımı Kürtlerde etnik kimliği ön plana çıkarmayı tetiklemiştir. Lübnanlı yazar Amin Maalouf “İnsanların hangi yönü inkar edilir ve saldırıya maruz kalırsa, insan kendini o kimlikle tanımlar” der. Bu durumda çözüm, sorunu oluşturan ve besleyen ulus-devlet projesinden vazgeçmekle ve eşit kültürel haklar temelinde bir hukuk oluşturmakla mümkündür. Devletin ulus-devlet projesine lâf ettirmediği malûm. Devletin malum yapısına dokunmadan etrafından dolanarak çözüm üretmeye çalışan hükümet, bu meyanda çözüm için geçen yıl dinî değerleri sahneye sürmeyi kararlaştırdı. Bu karar doğrultusunda Diyanet İşleri Başkanlığının 2011 yılı bütçesine ek ödenek koydu ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2011 Malî Yılı Bütçe Tasarısı’nda Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne “Ülkemizin birlik ve beraberliğinin korunması, bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı görevlilerimizin doğru bilgilerle donatılarak özellikle hizmet bekleyen vatandaşlarımıza cami içinde ve dışında din hizmetlerinin sıhhatli ve verimli şekilde kasaba ve köylere kadar ulaştırılması “ görevini yükledi.

Her şeyden önce hükümetin bu sorunu devlete rağmen çözmek konusunda samimi olduğuna ve çözme iradesi taşıdığına inanıyorum. Ancak sorunun çözümü için bunların yeterli olmadığı, çözüm arayışı içinde olanlarda samimiyet ve iradenin yanı sıra, sorunun kaynağı, tarafları, boyutları ve bugüne kadar meydana getirdiği tahribatın büyüklüğüne ilişkin yapılmış doğru tesbitlerde bulunmalıdır. Keza, bu alt yapı üzerine inşa edilmiş gerçekçi politika ve bu politikayı uygulayacak cesaret de, gerekli donanımlar arasında olmalıdır. Çok boyutlu olan bu soruna, belirtilen ön çalışmalar yapılmadan el atıldığı takdirde, geçmişte olduğu gibi sorunun büyümesi ve derinleşmesi kaçınılmazdır. Nitekim hükümetin daha önce Demokratik Açılım projesi kapsamında dağdan inenleri Habur Sınır Kapısında karşılamasına yönelik uygulaması, sorunun çözümünün ötelenmesine ve küçük çapta krizlere sebebiyet verdi.

Hükümetin, Kürt sorununa, İslâmî kardeşlik söylemleri ile çözüm arayışlarının da yeterli ön çalışması olmayan, yanlış bir politika olduğu kanaatindeyim. Bu politikanın mevcut şartlar açısından randımanlı olmayacağı gibi, İslâm dini açısından da sakıncalar taşıdığı aşikârdır. Öncelikle yukarıda da belirtildiği gibi sorun, modern ulus devlet projesinin merkeze aldığı kimlik ve hayat tarzının, diğer kimlik ve hayat tarzlarını dışlaması, tanımaması ve yok saymasıdır. Keza bu projenin devlet gücü kullanılarak uygulandığı süreç içerisinde verilen tahribatın tamir edilmesi de sorunun bir başka boyutudur. Sorunun çözümü için; ilk olarak Kürt halkının bireysel ve kolektif haklarının tanınması, tanınan bu hakların hayata geçirilmesi için gerekli politikaların üretilmesi, bu hakların bastırıldığı dönemlerde verilen acıların ve zararların giderilmesi gerekmektedir. Bu da modern ulus devlet projesinin ve projeyi devlet gücüyle uygulamanın yanlışlığının kabul edilerek vazgeçilmesi manasına gelmektedir. Sorunu çözmek için, hükümetin, öncelikle sorunun taraflarından olan devleti ikna problemi yaşayacağı kabulden varestedir. Hükümetin ulus devlet projesinin yanlışlarını devlete kabul ettirmeden, bu projeden vazgeçmeden hazırlayacağı bütün politikalar akim kalacaktır. Bütün bu adımlar atılmadan İslâm kardeşliği söyleminin, meseleyi sorun edinmiş kitleye, “Haklarınızı aramayın, kimliğinizi ve dilinizi önemsemeyin, baskıya razı olun” demekten öteye bir mana taşımayacağı, dolayısı ile bu kitle üzerinde etkili olmayacağı açıktır.

Acaba bu adımlar atılmadan, sorunun çözümünde, İslâm kardeşliği politikasının uygulanmasına, İslâmiyet ne der? Bu politikaya, insanları özgürleştirmek için gönderilen İslâmın hayır diyeceğinden asla kuşku duymuyorum. Hak ve özgürlükler alanında, beklenen gelişme olmaksızın din kardeşliği söylemine sarılmak, ondan medet beklemek, dini yozlaştırmak ve gönderiliş gayesinin aksine hizmet ettirmek demektir. Bediüzzaman Said Nursî, dinin kullanılarak insanların hak ve hürriyetlerinin gasp edilmesine, şu sözlerle karşı çıkar. “Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i Şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü?“

İnsan tabiatını göz ardı eden, içinde bulunduğumuz zaman diliminde bize en büyük sorunu hediye eden ulus devlet miti, ayakta kalabilmek için pek çok değerlerimizi harcadı. Bari dinî değerlerimizi harcamasına müsaade etmeyelim.

 

Nimet Demir Yazıları