Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Ahmet Nazlı Kimdir?

Geyik Davranışı

Ahmet Nazlı

10.07.2016

Gözlerimizi bu dünyaya açtığımızda, ne bir yere ait olduğumuzu bilir, ne de birilerinin bizi koruyup kolladığını biliriz. Oysa ki, birileri bizlere bir numara vermekte ve bizi bir numara ile tanımlamaktadır.

Devletin bize numara verdiğinin, tanımladığının farkında bile olmayız kimi zaman. Ve bir Türk vatandaşı, bir vatandaşlık numarası ile doğar, bir vatandaşlık numarası ile yaşar ve aynı numara ile ölür. Aslında devlet için, kimin doğduğu kimin öldüğü pek de önemli değildi. Önemli olan, hangi numaralı şahsın doğup öldüğüdür.

Ve doğduğumuzdan itibaren, sürekli bir biçimde kendimizi bir bilgi ağının içinde buluruz. Çoğu kere bu bilgi ağı, devlet tarafından şekillendirilmektedir. Birçoğumuz medyayı suçlasa da asıl failin devlet olduğunu çoğu kere göremeyiz. Devlet ‘kutsal’ olduğu için, kusurları ona vermeyiz ve medyayı veya diğer vasıtaları suçlarız çoğu kere.

Çocukluktan itibaren bilgi bombardımanına tutuluyoruz Medya ve diğer iletişim araçları yolu ile beynimiz üzerinde bir kavga cereyan etmektedir. İktidar da muhalefet de beynimizi şekillendirmek için mücadele etmektedirler. Ve bize bilgi sunulmamaktadır; algılarımız yönetilmektedir.

İzledikten sonra kendimi çok kötü hissettiğim, robotlaşan insanlarla ilgili bir filmde de bu konuyu bulmuştum. Equilibrium (isyan) adlı filmde, teknolojik bir insan imparatorluğu kurulmuştu. Bu imparatorlukta, insanlar, robot düzeyinde hissizleştirilmişti. Ya kendileri, kendi hislerini öldürmekte idiler ya da imparatorluk tarafından hisleri öldürülmekte idi. Hala hissetmeye devam edenler ise öldürülmekte idi. Hem de yakıcı bir ateşe atılarak öldürülmekte idi. İnsanlar, robotlar gibi, her sabah işlerine gidiyor, işlerini mükemmel denecek düzeyde yapıyor ve kendilerine ne görev verilirse yapıyordu. Bütün işler imparatorluk için ve imparatorluğun devamı için yapılıyordu. Hiç kimse itiraz edemiyor ve hissetmiyordu. Sonunda hisseden biri çıkıp da isyan edince, imparatorluk yerle bir oluyordu. Bu gün, ulus-devleti yedeğine almış kapitalist dünyanın ve ona sadık insanlarının halini mükemmel bir şekilde perdeye yansıtıyordu bu film.

"Birileri bizi şekillendirmek için var gücüyle çalışıyor. Hislerimizi duygularımızı yok etmek için, teknolojinin yardımıyla, birileri olanca gücüyle çalışıyor. Birileri, işkence görecek, zulüm görecek; fakat siz, buna karşı çıkmayacaksınız, çıkama-yacaksınız". Çünkü bu, yüce bir gaye için yapılıyor! Birileri, kutsal devleti kurtarmak uğruna, ya da kapitalist dünya rejimini korumak uğruna mücadele ederken, birinizi öldürecek, duygularınızı öldürecek, fakat siz, buna karşı duyarsız kalacaksınız. Gördüğünüz haksızlığa karşı çıkmayacaksınız, kalbinizin sesini duymayacaksınız veya duyamayacak kadar kulağınızı, kalbinizin kulağını kapatacaksınız. İçinizden isyan edecek ve fakat dışa vurmayacaksınız.

Şöyle bir gazetelerin manşetine baktığımızda, aynı haberin nasıl da birbirine zıt bir şekilde sunulduğunu, birilerinin manşete çektiği şeyin, diğer gazetelerde nasıl da küçüldüğünü sürekli bir biçimde görmekte ve yaşamaktayız.

Sözgelimi, birçok insan, demokrasi ve insan haklarını savunduktan sonra ‘ama’ ile başlayan cümleler kuruyor. Herkes, ‘ama’dan önceki cümlelerinde güzel şeyler söylüyor, ‘ama’dan sonra ise çuvallıyor. İnsan haklarına riayet önemlidir, ama, devletin de bekası önemlidir. Devletin bekası uğruna, inan hakları sınırlanabilir hatta yok edilebilir. Adeta ‘ama’dan önceki cümlenin üstü çiziliyor; ‘ama’dan sonraki cümlenin ise altı çiziliyor.

Eğitim hasarı konusunda da ‘milli coğrafya’ kavramından söz edebiliriz. Milli coğrafya, misak-ı milli ile çizilmiş Türkiye haritasında, devletimizin sınırları kalın çizgilerle çizilmiştir. Fakat, devlet sınırlarımızın dışında kalan alanlar, beyaz ya da boş alanlar olarak gösterilmektedir. Demek ki, ulusal alanların dışında kalan yerler önemsizdir ve dolayısıyla, milli coğrafyanın dışında kalan yerlerin de belirsizdir.

Ya tarihe ne demeli. Sanırsınız ki tarihe iman, imanın şartlarındandır. Sanırsınız ki, bir padişahın ya da Osmanlının yüceltilmesi, imanın şartlarının ilklerindendir. Sanırsınız ki, tarihteki bir yanlışlığı söylemek, imanınıza zaaf getirir. Oysaki, tarihte bir vakıa vardır ve bu vakıayı olduğu gibi aktarmak, her şeyden önce kaderin tecellisi olarak aktarmak gerekir.

Sanki, gençler ihtiyaç halinde keresteye dönüştürülecek bir tomruktur. Ve devletin amacı da bu tomrukları, istenen ebatta keresteye dönüştürmektir. Devletin bu amacı, anayasanın 58.maddesinde ifadesini bulmaktadır.

Kadının ne kadar doğuracağı, nüfus planlaması yapıp yapmayacağına da devlet karar veriyor. Kimse kendi haline bırakılmıyor anlaşılan.

Özetle, devlet devasa bir yapı haline getirilmiştir. Önce bir fabrika vardı, sonra o fabrikayı korumak için bir bekçi vardı. Sonra bir bekçiden sorumlu kişiler bulundu. Sorumlu kişiye bir şef gerekli oldu, şeflerden sonra müdürler, sonra genel müdürler, sonra dev binalar, derken devasa bir bakanlık ve en nihayetinde bütün bir devlet mekanizması oluşturuldu. Sonra, devlet işçilerin azaltılması için bir düzenleme yapıyor ve işçilerin sayısının ve giderlerin azaltılması için, o ilk aldığı bekçiyi işten atıyor.’ Böylece tasarruf yapmış oluyor! Ve aslında devlet memurlarının olması gerekenden ne kadar çok fazla olduğunu varın siz hesaplayın.

Bizler, formatlanmış insanlarız. Devletlerin istediği tipte insanlar olarak formatlanmış ve bu uğurda belli bir milli eğitim çarkından geçmişizdir.

Kitaplar, medeniyet, politika, hukuk vs. bütün kavramların merkezinde güç vardır. Dolayısıyla bütün bu kavramlardan yola çıktığımızda, bütün amaç, zayıfların ezilmesidir. Gücün en önemli temsilcisi devlettir. Devlet de bir organizmadır. Ve hep hayatta kalmak ister. Bundan dolayı canavarca hareket edebilir. Bu haliyle bir ejderhaya (Leviathan) benziyor.

Devlet öyle bir ağaca benziyor ki, altında hayatımızın her tarafına kök salmış bir şekilde derinliklerimizde geziniyor. Ağacın üstünde ise bir sürü dal ve budak salmış ve o ağacın meyveleriyle besleniyoruz. Böylece, devletin görünen ve görünmeyen bir sürü organı tasvir ediliyor. Devletin görünen organları ve derin devleti temsil eden devletin görünmeyen organları.

Bir soru sorarak bir zihin egzersizi yapalım.

Aşağıdakilerden hangisi diğerlerinden farklıdır?

1-Devlet

2-Sevgi

3-Anten

4-Buzdolabı

Hemen cevap vermeyin. Zira ‘devlet’ dediğinizi duyar gibiyim. Hayır devlet değil. Bu şıklardan üçünün bizim tarafımızdan üretildiğini, ama birisi bizim içimizde. Sevgi, bize bahşedildi, ancak mesela devlet gibi bir mekanizmayı biz ürettik. Ancak günün birinde artık o bizi üretmeye başlıyor ve bizim varlığımız, onun varlığının devamına hizmet etmeye başlıyor.

Düşünebiliyor musunuz? Bizim ürettiğimiz bir buzdolabı günün birinde bize ‘bu gün git yarın gel!’ diyor. Sonra bir gün bize diyor ki, ‘Bu gün içimdeki yiyecekler bana lazım.’ Biz de diyoruz ki, ‘Allah buzdolabımıza zeval vermesin!’

Medine Araştırmalar Merkezindeki bazı verilere bakalım. Buna göre Hz. Peygamber(asm) vaktini nasıl harcardı?

%35 idari işler, %25 ticaret, %7 askeri alanlar ve %33 de diğer ihtiyaçlar(muhtemelen ibadet vs.)

Askeri alanın hayatının sadece yüzde 7’sini işgal ettiği bir peygamber timsali, nasıl oluyor da bizim ülkemizde bir ordunun ‘peygamber ocağı’ şeklindeki nitelemesine sebep oluyor? Bunu anlamak mümkün değil. Bu bir zihin karışıklığıdır.

Güncel olan Türk-Kürt kardeşliği meselesinde, kardeşlik kavramsallaştırması yanlış yapılmaktadır. Bu, hukuki kavramlara yansımalıdır. Kardeşlik kavramı bu şekilde, yozlaştırılmaktadır. ‘Kardeşliğin hukuki bir tanımla desteklenmesi gerekmektedir. Aksi halde, iki kardeş arasında, birisinin ‘abi’ olarak hep küçüğü dövmesi ile karşı karşıya kalırız.’

GEYİK DAVRANIŞI

Aslan sürüye saldırır. Geyikler kaçar. Biri yakalanır ve aslana yem olur, diğer geyikler yanda otlamaya devam eder.

SIRADAN BİR İNSAN DAVRANIŞI

Sürüye saldıran aslana karşı birlik olunur, kimseyi yemesine izin verilmez.

VİCDANLI İNSAN DAVRANIŞI

Aslan ötekilerin sürüsüne saldırdığında da aynı tepki verilir’

Not: Bold olarak işaretlediğim cümle ve paragrafları, Turgay Oğur’dan ödünç aldım.

Ahmet Nazlı uzunsag
Ahmet Nazlı