Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Ahmet Nazlı Kimdir?

Üç Kavram

Ahmet Nazlı

05.06.2006

BU GÜN, risale-i nurda yer alan üç kavram üzerinde düşünmeye çalışacağım. Adalet-i mahza, adalet-i izafiye ve zulüm.

Birincisi, mahza adalettir; adaletin ta kendisidir. Bu nevi adalette, her kesin hukuku korunmaktadır. Hiç kimse zulme uğramamaktadır. Kimse kimseye feda edilmemektedir. Bu noktada, hakkın büyüğü küçüğü olmadığı gibi, büyük hak için küçük haklar feda edilmez.

Bu adalette, İlahi yaratılışın dusturları gözetilir. İlahi Kudret, her şeye ve her kese aynı derecede müessir olduğu için, herşey, bu İlahi Kudrete karşı eşittir. İlahi Kudret, her şeyi bir emirle yaratır. Adaletin temeli ve esası da İlahi Kudretin kendisidir. Yani, İlahi Kudret, her şeyi hakkıyla yaratmıştır; herkesi hakkıyla yaratmıştır; her kese hakkını vermiştir ve vermektedir.

İlahi kudretin herkese bu derecede hakkını vermesi, bizlere de uyulması gereken bir bir dizi esasları hatırlatmaktadır. Adeta Kudret-i İlahi bize şöyle seslenmektedir:

‘Ey insan! Ben her şeyi yerli yerinde yaratmışım. Benim yanımda, hiç kimsenin hakkı zayi olmamaktadır. Sen de benim bu düsturuma uy! Ve adaletli davran, kimsenin hakkını yeme, kimsenin hakkını kimseye feda etme! Benim yanımda, bir kulumun hakkı ile bütün kullarımın hakkı birdir! Nasıl ki benim yanımda, birinin yaratılması ile hepsinin yaratılması arasında fark yoktur. Öyle ise, birinin yaşatılması ile hepsinin yaşatılması arasında fark yoktur. Birinin öldürülmesi ile, hepsinin öldürülmesi arasında da fark yoktur. Birinin hakkı ile bütünün hakkı arasında da fark yoktur. Birinin hakkını yiyen, hepsinin hakkını yemiştir. Benim kullarımın hepsi için bile olsa, birisini hepsine feda etmeyiniz! Bütün bir milletin hakkı için, bir kişiyi haksızlığa uğratmayın!...’

İkinci kavramımız adalet-i izafiyedir. İzafi kelimesi, kendi başına bir anlamı olmayıp, başkasına nisbet edilerek bilinen, şartlara göre değişebilen, başka bir şeye atfedilerek anlaşılabilen bir anlama işaret etmektedir. İzafi kavramı, nisbi kelimesiyle benzer bir anlama sahiptir. Nisbi olan da başkasına nisbet edilerek bilinen demektir.

Adalet kelimesi bazen nisbi bazen de izafi kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır. İzafi ya da nisbi olan adalet, yukarıda değindiğim birinci tür adalete izafe edilerek bilinen adalet demektir. Yani İlahi adalete izafe edilerek bilinen adalete, adalet-i izafiye denir.

Bu adalette, tam bir adaletten söz edemeyiz. İlahi hukukun uygulanamadığı durumlarda, söz konusu olur. Adalet-i izafiyenin uygulanması, yapılan işlemin, nisbeten, İlahi hukuka uygun olduğu anlamına gelir. Aslolan İlahi adaletin uygulanmasıdır. Ancak, İlahi adaleti uygulamak için, insan, bazen aciz kalabilmekte ve gerçek adaleti tahakkuk ettirememektedir. Bu gibi durumlarda, zulüm anlamına gelememek kaydıyla, nisbi adaleti uygulayabilmekteyiz.

Birinci tür (mahza)adaletin uygulanması mümkün iken, izafi adaletin uygulanması halinde, artık nisbi de olsa bir adaletten söz edemeyiz. Bu durumda, bir zulmün varlığı sözkonusudur. Öyle ise üçüncü kavramımız olan zulüm kavramına geçebiliriz.

Zulüm, bir hakkın kaybolması, çiğnenmesi ya da yok edilmesidir. Zulüm ile adalet kavramı tam bir tezat içindedir. Gece ve gündüz gibi birbirine zıttır. Nasıl ki gece var iken, gündüz olmaz; gündüz güneşinin olduğu bir günde de gecenin karanlığı olmaz. Adalet varsa zulüm yoktur, zulüm varsa adalet yoktur. Adalet ile zulüm kavramları bir arada bulunamazlar.

Mesela maide suresinde geçen "Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisini diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur." (Mâide Sûresi, 5:32.) ayete göre, haksız yere birini öldüren kişi, velev ki bunu bütün insanlık adına işlesin, bu bir zulümdür. Ayette geçen ‘her kim’ ifadesi, Müslim olsun gayr-i Müslim olsun herkesi kapsamaktadır. Öyle ise, bir Müslüman, hiçbir masumu öldüremez, hiçbir iktidar uğruna, hiçbir devlet uğruna, hiçbir amaç uğruna masum bir kişinin kanını dökemez. Bu, apaçık bir zulümdür.

Öyle ise, fesat çıkarmamış masumları, hiçbir gerekçe yok iken öldüren, -velev ki öldürülen kafir, öldüren de Müslüman olsun fark etmez- zalimdir. Haksız yere adam öldürmek zulmün sadece bir şeklidir, tek şekli değildir. İşkence, bir kişinin hakkının toplum yararına bile olsa feda edilmesi, cemaatin selameti için ferdin feda edilmesi, devletin selameti için kişilerin feda edilmesi gibi örnekler de zulmün bir şeklidir.

Çağımızda, zulmün örnekleri ve zulmün şiddeti o kadar artmıştır ve o kadar bilinçli bir şekilde karıştırılmaktadır ki, çoğu kere bunları isimlendirmekte bile zorlanmaktayız. Eski zamanlarda, sadece birisine yapılan bir işkence, günümüz medya araçları vasıtasıyla, milyonlarca veya milyarlarca zulme dönüşmektedir. Bu kadar katmerli zulümlere muhatap olduğumuz bir dünyada, şüpheli hallerden sakınmak, birisine yaptığımız basit bir haksızlığın birden fazla kişiye teşmil edildiğini düşünerek, haksızlıktan uzak durmak, takva düsturunun önemli bir gereğidir.

Zulüm ve adalet kavramları, biri diğerinin zıddı olmasına rağmen, çoğu kere bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde karıştırılır. Bir çok zalim, adaletli davrandığını öne sürerek zulüm işler. Kendi iktidar menfaati için zulüm işleyen bir çok hükümdar, kendi devletinin selameti için, bir çok hakkı ve hukuku feda eder. Bir çok kere, zulüm, adalet külahını giyer. Bu günkü bir devlet erkanının, devletin selameti için bir sürü kişiyi harcaması ne kadar yanlış ise, ‘islam devleti’ sıfatına uygun bir devletin, islam devletinin selameti için kişileri feda etmesi de aynı derecede yanlıştır ve zulümdür.

Yukarıda, zulüm ile adaletin bir arada olamayacağını ifade etmiştim. Bu adalet kavramının her türlüsü için geçerlidir. Buna adalet-i izafiye de dahildir. Yani, adalet-i izafiyenin olduğu yerde zulümden söz etmemiz doğru olmaz, zulmün olduğu yerde de adalet-i izafiyeden söz etmemiz doğru olmaz. Bir fiil, hem zulüm hem de adaletli olmaz.

Özellikle karıştırılan bir kavram olduğu için, adalet-i izafiye kavramına özel bir önem atfediyorum. Risale-i Nurları okuduğum ilk yıllarda, cemaatin selameti için fertlerin feda edilmesini, devletin selameti için katlin mümkün olduğunu ve bunun da bir tür adalet-i izafiye olduğunu düşünüyordum. Ancak, Sunuhatta gördüğüm bir ifade, beni bu düşüncemden vazgeçirdi. Şöyle yazıyordu Sunuhat’ta:

BİRİNCİ CÜMLE: Adalet-i mahzânın en büyük düsturunu vaz ediyor. Der ki: Bir mâsumun hayatı, kanı, hattâ umum beşer için olsa da, heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Cüz'iyatın küllîye nispeti bir olduğu gibi, hakkın dahi mizan-ı adalete karşı aynı nispettir. O nokta-i nazardan, hakkın küçüğü büyüğü olamaz.

Lâkin, adalet-i izafiye, cüz'ü külle feda eder. Fakat muhtar cüz'ün sarihen veya zımnen ihtiyar ve rıza vermek şartıyla. Ene'ler nahnü'ye inkılâp edip mezci, cemaat ruhu tevellüt ederek, külle feda olmak için fert zımnen rızadâde olabilir.

Sonra adalet-i izafiyenin geçtiği yerlerdeki, cüz’ün külle feda olmasına dair ‘… o başka meseledir’ şeklinde geçen ifadeleri tekrar okuduğumda, cüz’ün külle feda olmasının, yani bir fedakarlık olmasının, cüz’ü külle feda edenleri kurtardığını anladım. Zira, Sunuhat’taki ifadenin ikinci paragrafı, adalet-i izafiyenin, cüz’ün rızasını, adaletin gerçekleşmesi için bir şart olarak kabul ediyordu. Öyle ise ind-i İlahide, adalet yapıyorum diye, ferdin rızasını almadan, onun hakkını topluma mal edenin zalim biri olduğunda kuşku olmamalıdır.

Özetle, cüz’ün rızasının bulunmadığı durumlarda, kişi haklarının topluma feda edilmesinin zulüm olmaya devam ettiği, ancak insanların bir kısmının bunu adalet-i izafiye zannettiğini düşünüyorum.

Risale-i Nurda geçen adalet-i izafiye bahisleri, zulmün bir meşruiyet kılıfı olarak değil, adalet-i izafiyenin uygulanamadığı durumlarda, adaletin bir uygulaması olarak geçmektedir. Halbuki Risale-i Nurun eleştirdiği şey, zulmün, kendisini bir tür adalet-i izafiye olarak nitelemesidir. Hiçbir zalim, kendisinin zalim olduğunu düşünmez, toplumun selameti için zulmü irtikap ettiğini düşünür ve kendisine haklılık payı çıkarır.

Karıştırılan husus, zulmün adalet-i izafiye ile karıştırılmasıdır. Eğer bu gün bizler, kimi tarihi olayları, işlenmiş zulümleri, adalet-i izafiyenin bir uygulaması olarak kabul ediyorsak, bu o zulmün niteliğini değiştirmemekte; bilakis içimizdeki müstebidane duyguları adalet kılıfına büründürerek sunduğumuzu göstermektedir.

Eğer Muaviye ile Hz. Ali çarpışmasını, sadece savaştan ibaret görür ve aralarındaki adalet-i mahza ve izafiye kavgasını görmez isek, bu bizi siyaseten bir tarafgir haline sokar ve mutlaka birisine meylederiz. Ancak bu meyletmemiz bir ilkeden kaynaklanmamakta ve sadece basit bir tarafgirlik göstermekteyizdir. Böyle bir durumda, ister Hz. Ali ister Muaviye tarafında olalım. Böyle bir tarafgirliğin, Allah indinde bir anlamı bulunmamaktadır.

Eğer her hangi bir islam hükümdarının, kardeş katlini yaptığı halde, biz islamiyet lehine taraftarlık göstermeyip, kardeş katline ilkesel olarak karşı gelmeyip, islamiyetin adalet-i mahza veya izafiye düsturunu devletin selametine feda edersek, bu tutumumuz bizi zulmün tarafgiri yapacak ve ilkesel olarak da kimseye adaletten söz edemeyeceğiz. Eğer bu zulümlere ilkesel bazda kesin ve açık bir şekilde karşı çıkmazsak ve tarihte yaşananlara adalet külahını giydirirsek, bu günkü (islami kılıflı)teröre de fetva vermiş olacağız.

Eğer biz, bulunduğumuz sosyal konumda, kişileri topluma feda ediyorsak, eğer biz bulunduğumuz sosyal çevrede veya gruplarda, grup kimliğini kişilerin haklarının üzerinde tutuyorsak ve bu uğurda haksızlıklara göz yumuyorsak, ‘…kim fesat çıkarmamış bir kişiyi öldürürse…bütün insanlığı öldürmüş sayılır…’ hükmünü, ne kendimize ne de bir başkasına anlatamayız.

Eğer yere düştüğünüzde elinizde bir Kur’an taşıyorsanız, , sizi düşürene Kur’anı vermeyip, sizi yere düşürene siper yapıyorsanız bu Kur’anı kendinize alet yapıyorsunuz anlamına gelir. Ve siz yere düşmemek için, Kur’anı kendinize alet yapıyorsunuz demektir. ‘Bak beni yere düşürürsen, Kur’an yere düşecek…’ diye karşı tarafın duygularını kullanıyorsanız, bu Kur’anın şerefini kurtarmak değil, kendi şerefinizi kurtarmak anlamına gelir.

Eğer bir kavganın içinde iseniz, hüküm vermek için aranıza Kur’anı koymayın. Eğer Kur’anı korumak için iktidarınızı feda etmeniz gerekirse, iktidarınızı feda edebilirsiniz. Ama, Kur’anı korumayı, iktidarınızı korumaya vasıta yapmayınız.

Eğer bir yerde (güçsüz de olsa)adaletin, (güçlü)zulümle çarpıştığını görürseniz, geçici de olsa, nisbi de olsa, izafi de olsa zulme asla meyletmeyiniz. Zira adaletin, sizin gücünüze ihtiyacı yoktur.

Ahmet Nazlı uzunsag
Ahmet Nazlı