Geçen cumartesi akşamı eve geldiğimde hafta sonunu bizde geçirmek için gelen 11 yaşındaki yeğenimle 10 yaşındaki oğlumun bisiklet sürmek üzere oturduğumuz sitenin bahçesine indiklerini fakat akşam ezanı okunduğu halde eve gelmediklerini gördüm.
Küçük olduklarından cep telefonları yok ki, “haydi akşam oldu, karanlık çöktü, eve gelin” diyeyim.
Hemen indim bahçeye, başladım aramaya. Çevresi 2 Km olan bir site. 10 blok her blokta 65 daire var. Bir çok köyümüzden büyük bir site.
Orası senin burası benim, arayıp durdum.
Tabii ki bir telaş, bir telaş.
Evlat bu! Başka bir şeye benzemiyor ki?
Telaşım sürerken, evden arayıp geldiklerini söylediklerinde bir “elhamdülillah” deyip rahatladım.
Bu rahatlıkla, önceden yaptığım program gereği Cuma günü vizyona giren değerli dostum, ünlü yönetmenimiz İsmail Güneş’in yazıp yönettiği “Ateşin Düştüğü Yer” filmini izlemeye gittim.
Vizyona girdiğinin ikinci günü ve tatil günü olması sebebiyle bilet bulabilir miyim diye endişelenmiştim.
Ama gişedeki bilet satıcısı “bu seansta yalnızsınız” deyince bilet bulduğuma mı sevineyim, böylesine bir filmin seyirci bulamadığına mı üzüleyim, şaştım kaldım.
Filmin fragmanını izlemiştim. Hikâyesini de aşağı yukarı internetten, gazetelerden okumuştum. Hani bir arkadaşınıza “bir film gördüm. Şöyle güzel, öyle güzel” diye anlatmaya başladığınızda, arkadaşınız “sakın anlatma, sonra zevkle, merakla izleyemem” der ya, ben de aslında seyredeceğim filmin hikayesini önceden bilmek istemem. Senarist ve yönetmen seyirciye başından sonuna ne vermek isterse onu almaya çalışırım.
Ama konusunu bilsem de bu filmi izlemeye gitmek istiyordum. Türk sinemasında töre cinayetleri sayılamayacak kadar çok işlenmişti. Kendine sol süsü veren Yeşilçam’cılar bu vesileyle yöre insanına, onların üzerinden İslam dinine alabildiğine saldırmış, aşağılamışlardı.
İşte böylesine netameli bir konuyu İsmail Güneş nasıl işlemiş sorusunun cevabını bulmak için izlemem gerekiyordu.
Sinema aleminde “öteki sinema”cı, “milli sinema”cı, “yeşil sinema”cı gibi adlarla ötekileştirilen, dışlanan bir yönetmen İsmail Güneş. Filmlerine kendilerini sinemanın hatta memleketin sahibi zannedenlerce sahip çıkılmadığı gibi, “öteki” kabul edilen camialarca da bilinmeyen, sahip çıkılmayan bir yönetmen.
Belki de en büyük sebebi bu camianın sinemaya olan ilgisizliği. Hatta nefreti.
Sinema diliyle dine yapılan saldırılar, sefahat ve fuhşiyat özentileri, din adına verilen fetvaları etkilemiş ve bu camia sinemadan uzak kalmıştır.
Elinde Kur’an gibi bir hakikat varken, sinema diliyle anlatılacak mesajları bir gram tat için bir yığın keçiboynuzu çiğnemeye benzeten camia sinemalara, tiyatrolara uzak durmuş ve duruyor.
Duruyor çünkü “Ateşin düştüğü yer”in film şeritleri seyircisiz dönüyor sinema salonlarında.
Duruyor çünkü koca sinemada tek başına izledim filmi.
Koca salonda tek başına bu filmi izlemenin avantajı yok değil.
Ağladığınızı kimseler görmüyor.
Benden tavsiye. Özellikle babalara. Kızınızla seyredin “Ateşin düştüğü yer”i.
Baba kız ilişkisini.
Yaşaması için elinden geleni yapmak zorundayken öldürmek zorunda kalan babayla, doğuştan şefkat kahramanı olan kızın babasına olan merhametini ve gergef gibi işlenmiş duygu yüklü diyalogları.
Filme gidip, Hazreti Ömer’in hidayete ermeden önceki zamanında, cahiliye adeti olarak kızını gömmesi ve gömmeye giderken ve gömerken aralarındaki inanılmaz diyalog ve duygu çatışmalarını anlamaya çalışıp, kalplerinizi yumuşatın.
Evet “ateş düştüğü yeri yakar, bizde böyle ateş olmaz” demeyin ve “ateşin düştüğü yer”i görün derim.
Tebrikler İsmail Güneş Usta.
Yönetmenin diğer filmi : Kervan 1915
Sitemizdeki Yazıları |
Yazarın diğer yazıları için ziyaret edebilirsiniz. |
Sitemizdeki Yazıları |
Yazarın diğer yazıları için ziyaret edebilirsiniz. |