Bir önceki paylaşımımda bilimsel boyutuyla ve mukayeseli edebiyat örnekleriyle kıskançlık ve gıpta nedir sorularını, sunduğu örneklerle en güzel şekilde cevaplayan Hilmi Yavuz hocamın içte olanı dışarıya çıkartıcı mahiyetteki yazısını okuduktan sonra "ben kıskanç bir adam mıyım" sualini kendime yönelttim, çıkan sonucu hep birlikte değerlendirip karar vereceğiz...
Kıskançlıkla ilgili hatırlayabildiğim ilk hadise henüz dört yaşını yenice doldurduğum günlere rastlar. O gün ne olduysa, sabahtan beri ortadan kaybolmuş olan annemi dedemle birlikte ziyaret edişimizde annemin yanına yatırılmış olarak gördüğüm küçücük bir insan yavrusu beni son derece rahatsız etmişti. Henüz daha kardeşin ne demek olduğunu bilmiyordum. Bana özel olduğunu zannettiğim bir annenin yanında çirkin ve ufacık yavruyu görünce annemin artık beni terk ettiğini, sonraki dönemlerde o yanına yatırılan ufacık ve çirkin çocuğun annesi olacağını düşünmüş ve için için ağlamıştım. Ben ağlayınca tabii ki annem de ağladı; beni okşadı, öptü. Bu okşamadan sonra tehlikenin büyük olmadığını, ama bundan sonra annemi bu yeni misafirle paylaşmam gerektiğini küçük yaşıma rağmen anladım ve o gün bu gündür bir daha annemi kardeşimden kıskandığımı hatırlamıyorum. Doğruyu söylemem gerekirse, kardeşim de hiçbir zaman anne-babamdan beni kıskanmadı...
İlk çocukluk dönemimde, kardeşimin büyükler tarafından daha çok sevilmesine ve bunu sıklıkla yaşamama rağmen hiçbir kıskançlık yaşamadım...
Daha sonra ilkokul, ortaokul ve lise dönemlerimde arkadaşlarımda çok belirgin kıskançlık semptomlarını gördüm. Şükür ki, bende bunların kırıntısı bile yoktu. Lise döneminde önemli derslerde kendisinden yüksek puan aldığımızda bize küsen; ancak kendisi bizden yüksek not aldığında dilli bülbül kesilen bir arkadaşımızın böylesi eksantrik kıskançlığı, hem tuhafımıza gidiyor hem de bizi eğlendiriyordu...
Bize göre daha zengin arkadaşlarımızın pahalı giysileri, zenginliklerini ispatlayıcı enstrümanları, beni zerre kadar etkilemedi... Güzel şarkı söyleyen, güzel resim yapan arkadaşlarımın olması beni kıskandırmadı. Onları bir şekilde kıskandığımı hatırlamıyorum... Bu örnekler elbette çoğaltılabilir ama fazlası insanı yorar..
Peki ben kimi ve neyi kıskandım...?!
Boy-pos endam konusunda orta halli bir insan olmama rağmen yakışıklılık konusunda da -bir mahrumiyete sebep olmadığı sürece- komplekse girdiğimi hatırlamıyorum. Zaman zaman belli-belirsiz bir şekilde böylesi bir kıskançlığı yaşayacağımı hissettiğim durumlarda "Noterdam'ın kamburları" olduğunu hatırlayıp daima elde bulunana şükretmesini becerebildim ve bu şekilde müteselli olabildiğimden müteellim olmadım. Çok şükür....
Ancak şu kişileri kıskandım. Okul dönemlerimde bende ilgi ve alâka uyandıran hatun taifesine karşı, onlar katında benden daha çok kabul gören hemcinslerimi (zükûr taifesini) hele bir de cismen, şeklen ve ilmen benden geri oldukları halde tercih edilen kişileri kıskandım. Açık yüreklilikle bakın söylüyorum. Her babayiğit bunu söyleyemez.. Hatta bu durum bazen o derece can sıkıcı bir şey olabiliyordu ki, kahrımdan niye ölmediğimi hâlâ şaşırıyor olduğumu söylemeliyim... Mesela bizim Tire-Ödemiş ağzıyla "Şam'ın şebeğinden pek farkı olmayan, hiçbir hatun kişinin dışgörünümü sebebiyle yüzüne bile bakmayacağını düşündüğünüz bu arkadaşımız, ağzının çok iyi laf yapması; sık sık serenatlar sergilemesi ve hiç de utanç denilen mülkten nasibi olmaması yüzünden bütün kızların sevgilisiydi. Üç ayda bir elbise değiştirir gibi sevgili değiştirmesine rağmen ve bu vefasızlığı kızlarca da bilinmesine rağmen "onun sevgilisi" sınıfına girebildikleri için kendilerini şanslı addediyorlardı. E şimdi bu adamı kıskanmadığımı söylersem, doğru olmaz...
Gençlik dönemimde de şekil-şemail olarak çokça fakir bulduğum hemcinslerimin kolunda çok güzel hatun kişileri gördüğümde hem bunun nasıl olabildiğini şaşırmış ve hem de kıskanmışımdır. Bir dönem (otuzlu yaşların ortasına doğru) bu kıskançlığım o derece büyük bir hal aldı ki, Kadıköy'ün, Üsküdar'ın âhûlarını meymenetsiz hemcinslerimin yanında görmektense evde oturup kitap okumayı, çay içmeyi, enstrümantal müzik dinlemeyi tercih eder hale geldim. O sıralar hep Kadıköy ve Üsküdar'ın merkezlerinde oturduğumdan çok gelip-gidenim oluyordu. Vaktin nasıl geçtiği belli bile olmuyordu. Sokağa çıkınca, işte o zaman bu büyü bozuluyordu...
Yaşımız otuzların ortalarını bulduğunda, hem yoğun aile baskısı ve ondan da yoğun çevre baskısı yüzünden "yaramdan ölmedim, sorandan öldüm" diyenlerin hasebi -çok istediğim- dillere destan bir aşk yaşayarak evlenme düşüncesini gerçekleştiremeyeceğimi anlamaya başlayınca tanıştırma yöntemiyle evlenmeye razı oldum ve bu şekilde evlendim. Evlendikten sonra da eski hassasiyetlerimin çok da önemli olmadığını, bazı güzelliklerin evlendikten sonra da yaşanabileceğini gerek kendimde gerekse çevremde yaşayarak gördüm.
Kıskançlıktan yola çıkmışken konuyu nerelere kadar getirdik. Bunu ben hep yapıyorum işin kötüsü... Hazır kıskançlıktan bahsetmişken size güzel bir kıskançlık örneği anlatarak bu bahse son vereyim...
Henüz altı aylık evliydik. Evlendiğimde hâlâ kiracıydım. İlk altı ayı Merter'de 23 Nisan Parkı'na bakan bir dairede geçirdikten sonra bizim kurum tarafından Ataköy'de şahsıma lojman verilmesi üzerine lojmana taşındık... Eşimle eşyaları yerleştirirken eski bir mektubun müsveddesi elime geçti. İlk cümleyi okuduğumda kime yazdığımı hemen hatırladım. 5-6 sayfalık bir mektuptu. Bir solukta hepsini okudum. Okurken de farkında olmadan biraz tebessüm etmişim... Bizim hatunun dikkatini çekmiş... Ne o ...? dedi. Hiiiç... eski bir mektubun müsveddesi dedim. "Ver bakayım onu bana" dedi.. Ben saftirik ham-sofu da aklıma hiçbir tilkilik gelmeksizin kendi elimle mektubu bizim hanıma uzatmış oldum... Bizimkisi ne yapsa beğenirsiniz? Benim kadar hızlı okumasa da sindire sindire o müsveddeyi okuduktan sonra bana öyle bir sinirlendi; rengi kıpkırmızı oldu ve o müsveddeyi tam bin beş yüz parçaya ayırdı ve gitti çöp kutusuna attı. Tabii bu arada ben de fena halde bozuldum... Bana göre geçmişte yaşanılan bir hikayeden dolayı böyle bir alınganlık gerekmiyordu. Hatunu mu ikna edeyim? Yoksa önemli bir hatıranın yok olduğuna mı yanayım...?! Neyse hadiseyi bir şekilde yatıştırdık ve sonra o görmeyecek bir şekilde gidip çöp tenekesinden o mektubun bin beş yüz parçaya bölünmüş kırıntılarını toplayıp hepsini şeffaf bir dosyaya koyduktan sonra zulaladım... Tabii biliyorum, o puzzle denkleminin tekrar bütün hale getirilmesinin imkan ve ihtimali yok ama ne olur, ne olmaz diyerek, yine de yaşanmış bir hatırayı atmaya kıyamadım... Şimdi düşünüyorum da.. Doğru olan da buydu.. Yani bizim hatunun o mektubu "caaarrrttt" diye yırtmasıydı... Keşke ben de işin başında benim aşkımı, sevgimi hak etmeyen vefasızların hatıralarını aynı şekilde yırtıp atabilseydim. Benliğimden sökebilseydim. Ne kadar göz yaşı dökmüştüm ben onlar için.. Üsküdar sahilleri dile gelse de, gecenin saat üçlerinde, dörtlerinde martılara bağıra bağıra gazel okuyan, içini döken bu fakirin hallerini bir sinemaskopla bize gösterebilseydi....
Yine ayrıntıya daldık ve konseptten koptuk. Ben bunu niye anlatmıştım. Kıskançlık denen şeyin ne olduğunu göstermek düşüncesiyle anlatmıştım. O kıskançlığın sevgiden kaynaklandığını anlayınca asıl sevgiyi hasredeceğim kişinin o vefasızlar değil; mazide kalmış bir hikayeden bile beni bu derece kıskanan kişi olduğunu anladım o hakkı gerçek hak sahibine verdim...
Kıskançlık örnekleri konusunda malzeme bol ama konuyu daha fazla dağıtmak istemiyorum..
Özet olarak tabii insani dürtünün dışında ben neleri kıskandım..?!
Güzel şiir okuyanları ve güzel şiir yazanları kıskandım. Keşke bunu ben yazsaydım dediğim kişiler oldu.. Güzel edebi yazıları kıskandım... Yazılar, büyük üstadlara ait olunca onları kıskanmayıp gıbta ettim, ancak benim emsalim iseler -yalan yok- az ya da çok kıskanmışımdır... Genç yaşlarına rağmen güzel bilimsel çalışmalara imza atanlara kıskandım... Üniversiteye girişte Ankara Siyasal'ı kazanmayı çok isterdim; ancak orayı kazanacak imkanım yoktu. Kazananları kıskanmadım ama gıpta ettim... Ve daha sonra hep hariciyeci olmak istedim; ancak tembelliğim yüzümden bunlar içimde birer ukde olarak kalmıştır...
Hulasa-i kelam, neticeye meram: Hanları, hamamları, sarayları olanları kıskanmadım; yatları, katları olanları kıskanmadım. Neyi kıskandım... Daima güzel şeyleri... Kimini kıskandım, kimine gıpta ettim. İşte bu benim... Küreli-zade İbrahim Şemsi Efendi bendeleri.. Günehger-i pür-taksîr...
Her neyse, şimdi komşular tarafından kahve içmeye çağrıldığım için benden kurtuldunuz.... Sağlıcakla kalınız...
Sitemizdeki Yazıları |
Gençler Hayalleriyle, İhtiyar Delikanlılar Hatıralarıyla Yaşarlar... mışşş... |
Sitemizdeki Yazıları |