Kanaatimce...

Anasayfa Fıkralar Öyküler Güzel Sözler
Yeni ve sivil bir anayasa

Yeni ve sivil bir anayasa

Nimet DEMİR

Yeni Asya Gazetesi - 21.11.2012

İçinde bulunduğumuz anayasa yapım sürecinde yeni ve sivil bir anayasa isteğinin özellikle vurgulandığını görmekteyiz.

Neden yeni bir anayasa? Acaba 1982 Anayasasının iskeleti korunarak gerekli değişiklikler yapılarak toplumdaki beklentiler karşılanamaz mı? Bu soruya cevabımız; “Karşılanamayacağı kanaatindeyiz” şeklinde olacaktır. Esasen 1982 Anayasasının önemli bir bölümü zaten değiştirilmiştir. Ancak gerçekleştirilen bu değişikliklere rağmen yeni ve sivil bir anayasa ihtiyacının kapımıza dayanması, eski anayasanın yamanarak sorunların çözülemeyeceğini bize göstermektedir. Bunun sebebi 1982 Anayasasının ruhunda gizlidir. 1982 Anayasası bir toplum mühendisliği projesidir. Modern bir ulus-devlet oluşturma amacı ile kaleme alınmış, bu amaç anayasanın başlangıç kısmı ile bütün maddelerine sindirilmiş, yine bu amacı gerçekleştirmek için anayasal kuruluşlar oluşturulmuştur. Bu kuruluşlarda somut halkın seçtiği, halka hesap veren görevliler değil, soyut millet iradesini temsil ettiğini belirten sorumsuz temsilciler bulunmaktadır. Bu yüzden anayasada ve kanunlarda yapılan bütün özgürlükçü değişiklikler bir türlü hayatımızda karşılığını bulamamaktadır. Dolayısıyla mevcut anayasanın yamanması suretiyle toplumun beklentileri karşılanamayacaktır.

Neden sivil bir anayasa? Sorusunun cevabına gelince; bilindiği gibi anayasaların en önemli yönlerinden biride toplumsal sözleşme olmalarıdır. Yani, anayasalar toplumu oluşturan fert ve gurupların ortak irade ve kararlarını yansıtan metinlerdir. Dolayısıyla toplum tarafından vücuda getirilmelidirler. Sivil anayasa konusunda Türkiye’nin sicilinin pek parlak olmadığı malûm. Bu yönü ile Türkiye’nin anayasal serüvenine baktığımızda, anayasanın özellikle sivil olmasındaki ısrarı ve özlemi kavramamız mümkün olacaktır.

Bilindiği gibi monarşi ile yönetilen Osmanlıda 1808 yılında imzalanan Sened-i İttifak antlaşması ile padişahın yetkileri kısıtlanmaya başlamıştır. Bunu 1876 yılında imzalanan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ve 1908 yılında ilân edilen İkinci Meşrûtiyet izlemiştir. Padişahın yetkilerinin kısıtlanması ile sonuçlanan bu serüvende halkın çoğunluğunu teşkil eden Müslüman Ahalinin herhangi bir dahli olmamıştır. Genelde, imtiyazlı bir azınlığın kendilerini ilgilendiren hususlarda imtiyazlarının güvence altına alınması ve dış baskılar, bu hareketlerde başat rol oynamıştır. Nitekim 1808 yılında yapılan Sened-i İttifak sözleşmesi, Padişah ile Anadolu ve Rumeli Ayanları arasında akdedilmiştir. Yine 1876 Anayasası İngiltere, Fransa ve Rusya’nın gayrimüslim azınlıkların haklarını bahane ederek Osmanlı’nın iç işlerine karışması üzerine, buna engel olmak için Mithat Paşa ve arkadaşlarının zorlaması ile yapılmış, 1908 yılındaki ikinci Meşrûtiyetin ilânı da Jön Türk, ordu ve dış güçlerin baskısı sonucu gerçekleşmiştir. Padişahın yetkilerini devretmeye mecbur bırakan hareketi azınlık bir gurubun gerçekleştirmesi, bu hareketin içerisinde halkın olmaması, Padişahın yetkilerinin halkın değil, Padişahı buna zorlayan azınlığın eline geçmesini netice vermiştir. Bir bakıma monarşi yerini oligarşiye devretmiştir.

Cumhuriyet dönemi anayasa serüveninde de “1921 Anayasası ayrık tutulursa” Osmanlı’da ki seremoninin aynen tekrarlandığını görmekteyiz. 1921 Anayasasını ayrık tuttuğumuzu belirtmiştik. 1921 Anayasası Millî Mücadele döneminde TBMM seçilen üyelerin vücuda getirdikleri 24 maddelik kısa bir metindi. 1921 Anayasası, anayasa tarihimizdeki en demokratik usûllerle oluşturulmuş bir metindi. 1921 sonrası dönemde aynı demokratik usûlü bulmak mümkün olmamıştır. 1921 sonrası Mustafa Kemal ve arkadaşları, Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanması üzerine, Birinci TBMM'deki muhaliflerin varlığını politik hedeflerine ulaşmada engel olacağını görüp, Birinci Meclisi dağıttılar. Sonra da üyelerini kendilerinin belirledikleri İkinci Meclisi oluşturdular. İkinci Meclisle 1924 Anayasası vücuda getirildi. Akabinde 1960 Darbesi yapıldı. Bu darbe sonrasında 1961 Anayasası oluşturuldu. Daha sonra 1980 Darbesi geldi. Bu darbe sonrasında da halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası vücut buldu. 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarının oluşturulmasında halkın dahlinin bulunmadığı, yine bu metinlerin muhtevasında halkın irade ve isteklerinin nazara alınmadığı, topluma şekil vermeye çalışan azınlık bir grubun iradesinin rol oynadığı aşikârdır.

Türkiye’nin anayasal serüveninde sivil halkın bizzat kendisi olmamış, oligarşik yapıyı oluşturan bir azınlığın rolü hep ön plana çıkmıştır. Toplumda gözlenen anayasanın özellikle sivil olması yönündeki arzunun altında, her halde azınlık bir gurubun iradelerini yok sayarak kendisine rol biçen tavrını aramak gerekir kanaatindeyiz.

Nimet Demir Yazıları