05.10.2005- 1111.karakalem.net Son
günlerin sıcak gündemi, en dış katmanında, bir ulus-devlet olarak Türkiye'nin
Avrupa Birliğine tam üyelik görüşmeleriyle ile ilgili. En dış yüzeydeki bu
katmanı kaldırdığımızda, onun altında Avrupa'nın dini ve dolayısıyla kültürü
farklı, tarihî olarak Avrupa'nın hep "öteki" olarak gördüğü bir toplumu içine
buyur edip edemeyeceği konusu karşımıza çıkıyor. Şüphe yok ki, Türkiye bütün
hukukî, siyasî ve ekonomik sorunlarıyla birlikte nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan
bir ülke olsaydı, bu kadar büyük tartışmalar, kararsızlıklar ve sancılar
yaşanmayacaktı. Bu da bizi daha alttaki can alıcı katmana getiriyor. Avrupa’nın
kendisini bundan sonra nasıl tanımlayacağı konusuna ve yaşadığı, dahası
yaşayacağı kimlik krizine. Avrupa tarihî, dinî ve coğrafî açıdan kendisini
hep İslâm'a ve Müslümanlara nisbetle ve aslında karşıt biçimde
tanımlayagelmişti. Diğer bir deyişle Avrupa'yı Avrupa yapan Rönesans, Aydınlanma
vs. gibi büyük kavramların yanısıra, İslâmiyet'ti. Avrupa ve İslâm isimli
kitabın (Literatür Y.) yazarı Franco Cardini'ye sorarsanız. "Yedinci, sekizinci
ve onuncu yüzyıllar, sonra da ondördüncü ve onsekizinci yüzyıllar arasında
Müslümanların Avrupa'ya sık sık gerçekleştirdikleri akınlar... Avrupa'nın
doğumunu hazırlayan 'şiddetli doğum sancıları' olmuştu. Birkaç tarihçi, Hz.
Muhammed'i (paradoksal bir biçimde) Avrupa'nın 'kurucu babası' olarak gördüyse
de benzer bir rol Fatih Sultan Mehmed'e... ve onu daha güçlü bir benlik
duygusu—ve daha güçlü bir 'ötekilik' duygusu—geliştirmeye teşvik etmiş olan
Kanuni Sultan Süleyman'a da atfedilebilirdi." (s. 5) Eğer tek değil “iki
Avrupa”dan bahsedeceksek; birinci Avrupa tarihte hep “öteki”ne karşı bencilce
taassubu, semavî hakikatlara karşı tabiatçı felsefenin arzîliğini, kulluğa karşı
nefsanî sefaheti, manevî bağlar yerine menfî unsuriyetçiliği ve milliyetçiliği
esas aldı kendisine. Günahlarının cezasını sömürgecilik, yeryüzünü paylaşım
kavgası ve nihayet iki dünya savaşıyla sadece kendisi çekmedi, neredeyse tüm
dünyaya çektirdi. Tam anlamıyla, insanlığın nefs-i emmaresini temsil etti.
Okyanusun diğer ucundaki yeniyetme kuzenine rağmen hâlâ böyle. Dünya
savaşları, özellikle ikincisi, Avrupa’nın bir çeşit nefis muhasebesi yaşamasına
neden oldu. Bediüzzaman’ın “Leyle-i Kadir’de ihtar edilen bir mesele-i mühimme”
başlıklı nefis tahlilinde belirttiği gibi, bu savaşın kazananı yoktu. Zulmü,
istibdadı ve merhametsizce tahribatıyla dünya savaşı sadece masumları perişan
etmekle kalmamış, mağlupları ümitsizliğe, galipleri telaş ve vicdan azabına
düşürmüştü. Dünya hayatının faniliği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış,
medeniyet fantazilerinin aldatıcılığı ve uyutuculuğu herkese görünmüştü. Gaflet
ve dalâlet vahyin kılıcıyla parçalanmış, dahası siyasetin, özellikle de dünya
siyasetinin gaddarane yüzü ortaya çıkmıştı. İşte, bugün Avrupa Birliği adını
alan organizasyon, İkinci Dünya Savaşından sonra atılan ilk tohumuyla “birinci
Avrupa”nın kan dökücülüğüne karşı “ikinci Avrupa”nın bir hamlesi olarak kabul
edilebilir. Bunun sonucunda, 60 senedir Avrupa’nın bir çeşit olgunlaşmasından,
yeniyetme Amerika’nın gözü dönmüş ve ham politikalarına nisbeten daha barışçı,
daha selimane davranmasından bahsedilebilir. Ama yine de, Avrupa’nın tamamen
tasaffi ettiğini, eski alışkanlıklarından kurtulduğunu söylemek mümkün değil.
Cezayir ve Bosna’daki tutumuyla, dahası yenilerde hortlayan hoşgörüsüzlük ve
taassubuyla sınıfta kaldığı kesin. Avrupa bu iki zıt eğilimi—arzîlikten gelen
taassup ve enaniyet ile dinden gelen silm ve vicdanîlik—kendi içinde
barındırageldi. Birinci Avrupa ile ikinci Avrupa çatışarak birlikte varoldu.
Ve bugün, Avrupa yeni bir dönüm noktasında. İkinci Dünya Savaşından sonra,
ikinci büyük kırılmasını zahiren Türkiye ile ama aslında İslâm ile yaşıyor.
Tercihi zahiren öyle görünse de Hıristiyanlık’tan değil Avrupalılık
enaniyetinden gelen bir taassupla ile semavî dinlerin emrettiği hoşgörü,
birarada yaşayabilme cesareti ve açıklık arasında yapıyor, yapacak. Şurası
kesin ki, Avrupa her halûkârda değişecek. Hangi yöne meylederse etsin, şu ânda
olduğu şey olmaktan çıkacak. Başka birşey olacak. Avrupalılık enaniyetiyle
kendisi olarak kalmak isteyip "öteki" olarak göregeldiği İslâm ve Müslümanları
hazmetmemeyi tercih ettiğinde, üzerine kurulduğunu iddia ettiği evrensellik,
hoşgörü ve açıklık gibi değerleri kendi eliyle infaz etmiş olacak. Avrupa belki
zahiren kendisi olarak kalacak, ama aslında geleceği olmayan, taassup, korku ve
fanatizme dayalı boş bir birliktelik olarak sönmeye mahkûm kalacak. Avrupa
İslâm'ı ve Müslümanları hazmetme tercihini seçecek olursa, bu da Avrupa'nın
kendisi olmaktan çıkması anlamına gelecek. Kültürel anlamda genlerindeki
Hıristiyanlığı değilse bile taassubu ve öteki’ni dışlamayı terkedecek ve
Müslümanlarla bir arada aynı çatı altında yaşama iradesiyle manevî-maddî çok şey
kazanacak. Ancak, hükümetlerden çok halkların İslâm’a ve Müslümanlara
önyargılı oluşu gerçeği, Cardini’nin şu ifadelerini önemli kılıyor: “Avrupa'daki
kamuoyu İslâm âleminin dinî ve kültürel yönlerinin çoğu hakkında hâlâ yeterli
bir bilgiye sahip değil; ve 'seküler' veya 'entegrist' (veya diğer belirsiz)
nitelendirmeler tümüyle yetersiz görünüyor. Medyada sürekli olarak çokmuş gibi
gösterilen vasat nitelikli bilgilerin az oluşu ve inatçı veya sürekli
tekrarlanan önyargılar İslâm'la ilgili sakin ve hoşgörülü görüşlerin ortaya
çıkışını önlemektedir.” Avrupa ve İslâm şu ifadelerle bitiyor: “Avrupa bugün
İslâm'ın yeni bir 'saldırı'sıyla karşı karşıya, ama bu saldırı daha paradoksal
bir özelliğe sahip. Genelde çalışmak ve kendileriyle aileleri için daha iyi bir
yaşama koşulu ayarlamak için yasal veya yasa dışı yollardan Avrupa'ya girmiş
olan Müslümanların genelde din bilgileri zayıftır; ama yine de geçmişleri
kimliklerini oluşturmada ve kendilerini tanımlamada kilit bir unsurdur. Erken
yirmibirinci yüzyıl Avrupasındaki Müslümanlar tarihsel açıdan son derece yeni
bir konumun içinde. Daru'l-İslâm'ın dışında, şeriat kurallarının geçerli
olmadığı topraklarda böylesine büyük, homojen Müslüman grupların bulunuşu
tarihte ilk kez olan birşey.” “İslâm'ın 'üçüncü dalgası' bu nedenle
Daru'l-İslâm'ın sınırlarını genişletmemiştir belki, ama kendi içinde hassas bir
yeniden tanımlama süreci yaşayan, ekonomik ve toplumsal açıdan güçlü ama
istikrarsız, siyasî açıdan güvensiz bir yapıya sahip ve kendi kültür kimliğinden
emin olmayan bir Avrupa'yla anlaşmak durumundadır." (s. 249) Evet, Avrupa
gerçek anlamda İslâm ile bir sınav veriyor. Gerçekten, İslâm’ı hazmedebilecek
mi? Sonucu hep birlikte göreceğiz.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |