18.06.2005 - Yeni Asya Gazetesi
Üç gün sonra iki milyona yakın genç insan adına ÖSS denilen bir sınava girecek. Ömürlerinin yönü bu sınavla belirlenecek. Tabiri caizse, bir ömür üç saate sığacak. Haksızlık. Yanlışlık. Ama hal böyle; o halde, nahoş da mevcut şartlara en uygun şekilde hareket etmek hikmetin gereği.
Finallere doğru, yüzlerinde kaygı ve korku gördüğümde, öğrencilerime anlattığım bir öykü var. Sanırım, ÖSS sınavını kaygıyla bekleyen genç arkadaşlara da ilham verebilir...
Fakir bir genç adam geceleyin kulübesinde uyurken, uyku ile uyanıklık arasında odasının ışıkla dolduğunu görür. Gaipten gelen bir ses ona şöyle der: “Bundan böyle Allah için çalışacak ve kulübenin önündeki büyük kayayı bütün gücünle iteceksin!”
Bunun Allah’tan gelen bir emir olduğuna inanan adam, ertesi sabah kayayı itmeye başlar. Daha ertesi gün ve izleyen haftalar... güneşin doğuşundan batışına kadar taşı itip durur. Aylar süren uğraşı sırasında kaya yerinden bile kımıldamaz. Adam gece kulübesine yorgun-argın dönerken, gününün boşa geçtiğini düşünüyordur artık.
Onun şevkinin kırıldığını hisseden şeytan kalbine vesveseler vermeye başlar: “Ne kadar zamandır bu kayayı itip duruyorsun, bir milim bile kımıldamadı. Kendine bunun için niye yazık ediyorsun? Onu yerinden oynatman zaten mümkün değil, vs.”
Böylece, gence görevi yerine getirmesinin imkânsız olduğunu, dolayısıyla başarısızlığa uğradığı duygusunu aşılamaya çalışır.
Bu tür düşünceler onun şevkini daha da kırar ve ümidini gitgide yitirir. “Doğru ya, kendimi bu iş için niye paralıyorum ki?” diye kendi kendisine söylenir. “Bundan sonra azıcık bir kuvvet harcayacağım. Bu da yeter de artar bile. Koca kaya yerinden kımıldamayacağına göre.”
Ve kararını duâsında Allah’a bildirir. “Allahım, uzun zamandır durmadan dinlenmeden Senin dediğin gibi hareket ettim. Bütün gücümle istediğin şeyi yaptım. Hergün yoruluyorum, ama kayayı bir milim bile kımıldatamıyorum. Neden böyle? Neden başaramıyorum?”
Gaipten bir ses şefkatle cevap verir: “Ey kulum, uzun zaman önce sana emrime uymamı istediğimde kabul etmiştin. Sana görevinin kayayı bütün gücünle itmek olduğunu söylemiştim ve sen de yapmıştın. Ben sana hiçbir zaman onu yerinden oynatmanı beklediğimi söylemedim ki! Senin görevin onu itmekti. Şimdi gücünün tükendiğini, başarısızlığa uğradığını söylüyorsun. Kendine bir bak bakalım. Kolların daha da güçlendi, pazuların büyüdü. Sırtın ağırlığa dayanıklı hale geldi. Bacakların kalınlaştı ve kuvvetlendi. Taşı itmeye başladığından çok daha kuvvetlisin şimdi. Evet, kayayı kımıldatamadın. Ama senden istenen emre itaat etmen ve onu sadece itmendi. Kayayı yerinden oynatacak olan Ben’dim.”
Hatasını anlayan genç, ertesi gün kendi görevinin kayayı yerinden oynatmak değil, onu var kuvvetiyle itmek olduğunu düşünerek verilen görevi yerine getirir. İkinci gün, üçüncü gün derken, kaya birden yerinden kımıldar. O zaman kayayı yerinden kımıldatanın kendisi değil Allah olduğunu anlar. Biraz daha uğraştığında, kaya biraz daha oynar ve kenara yuvarlanır. Altından da kendisine ömür boyu yetecek kadar büyük bir hazine çıkar.
Kıssadan hisse: Her zor iş, her sınav büyük bir kaya aslında, önümüzde duran, itmekle görevlendirildiğimiz. ÖSS gibi...
Ey genç arkadaşım!
Unutma sen bir insansın. Sadece kaslardan ve beyinden ibaret olmayan, duyguları, yüreği ve daha nice gizli yönleri olan bir varlıksın. Tahmin etmediğin kadar hassas ve kırılgansın. Düşünsene, başka hangi canlı, ummadığı bir dostun ummadığı bir sözüyle perişan olabilir? Sen hiç aşık olup günlerce yemek yemeyen ve sokağa çıkmayan bir kedi gördün ya da duydun mu? Tek bir hayal kırıklığından dolayı dakikalarca ağlayabilen bir kuş türü var mı sahi? Kabul edelim, biz insanların omuzları zayıf. Fazla yüklendin mi, çöküveriyor, oradan buradan tuhaflıklar sergilemeye başlıyoruz.
Bunları niye mi anlattım? Sadece sınırını iyi çizebilesin diye. Yani, sen kendi görev alanını iyi tanımlamalısın. Nedir bu? Elinden geleni yapmak! Ya da, elinden gelenin en iyisini yapmak. Biz, elimizden geleni yaptıktan sonra, ötesi bizim işimiz değil. Olmamalı da. Düşünsene, kendi sınırımızın dışına da hükmetmeye kalktığımız zaman, binbir türlü ihtimal üşüşüverir kafamıza. Ya şöyle olursa, ya böyle olursa.... İnsanın herşeye hükmetmesi ve kontrol altına alması mümkün mü?
Sen elinden geleni yaptıysan, görevini yapmışsın demektir. Gerisine karışma. Öyküdeki gibi, sen kayayı it, onu yerinden oynatacak olan sen değilsin. Eğer elinden gelen test çözmekse, test çöz; ama gözünü sonuca dikme, sonucu başarının ölçüsü olarak düşünme.
Biliyorum, bu dediğim, sana hayalî geliyor. “Herkes sonuca ulaşmak için çırpınırken, şu dediğine bak” dediğini duyar gibi oluyorum. Ama inan bana, elimizden gelen ile sonuç arasında bir çizgi çizmezsek, ruhen çok yaralanabiliyor, çok incinebiliyoruz.
Kendi öğrencilerime sık sık söylediğim şeyi sana da söyleyeyim: Sınavlara hazırlanırken, ya da, Allah göstermesin, sınavda başarısız olduğun takdirde, kendine şu soruyu sor: Elimden geleni yaptım mı?
Eğer cevabın olumluysa, vicdan azabı duymuyorsan, bil ki, sen başarılısın! Kim ne derse desin, seni nasıl yargılarlarsa yargılasınlar, sen başarılısın! Hem önemli olan, kendi vicdanımızın yargısı değil mi? Vicdanın rahat olsun, kendine karşı dürüst davranıyorsan, ne mutlu sana!
Ama içten içe, “Aslında daha iyi ve sistemli çalışabilirim/çalışabilirdim” diyorsan, başarısızsın. Çünkü kendi sınırın içindeki görevini hakkıyla yapmıyorsun, yapmamışsın.
Dostum, bir de bu açıdan bakmayı dene. Elinden geleni yapmayı başarı olarak tanımla. Kim bilir, üniversite sınavı denilen o koca kayayı Birisi kımıldatır yerinden belki. Ne dersin?
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |