11.01.2006-Yeni Asya Gazetesi
Düşünün ki, çok yaşlısınız. Ölüm kapınızı ha bugün ha yarın çalacak. Ve düşünün ki, çocuğunuz yok. Hayırlı bir evlâttan, en güzel yardımcıdan, en güzel haleften, ideallerinizi devam ettirecek bir vesileden mahrumsunuz. Ve mahzunsunuz. Çaresizsiniz. Çünkü âcizsiniz. Hasret duyduğunuz şeye kavuşmak için elinizden hiçbir şey gelmiyor.
Siz de, Hz. İbrahim gibi, elinizi Rabbinizin rahmetine doğru açıyor ve O’ndan istiyorsunuz. Ve düşünün ki, duâlarınızı işiten ve kudretine hiçbir şey ağır gelmeyen Rabbiniz, size İsmail gibi bir erkek evlât ihsan ediyor. Seviniyorsunuz. Şükrediyorsunuz. Oğlunuzu bağrınıza basıyorsunuz. Onunla seviniyor, onunla yaşıyorsunuz. Ve evlâdınız büyüyor. Akıllı bir delikanlı oluyor. Tam sizin istediğiniz gibi, maddeten ve manen size yardımcı oluyor. Ona olan sevginiz kat kat artıyor...
Ve düşünün ki, bir gün Rabbiniz size oğlunuzu kurban etmenizi emrediyor. Şaşırıyorsunuz. Sarsılıyorsunuz. İlâhi emir bir defa daha tekrarlanıyor. Sonra bir defa daha. Rabbinizin emrinin kesinlik kazandığını anlıyorsunuz...
Ne yapardınız? Ne yapardık? İsterseniz, bizim halimizi sonra düşünmek üzere, şimdi Hz. İbrahim’in ne yaptığına bakalım.
Hz. İbrahim’in Rabbinin emrine dosdoğru uyup, İsmail’ini kurban etmek için yola koyulduğunu hepimiz biliyoruz. Yolda kendisine vesveseler ve şüpheler vermeye çalışan şeytanı Rabbinin rahmet ve şefkat delilleriyle taşladığını, Hz. İsmail’in de ilâhî emir karşısında teslimiyet ve sabır üzere olduğunu, nihayet baba oğlunu kurban etmeye çalıştığı halde bıçağın İsmail’i kesmediğini, Rabbinin İsmail yerine kurban edilmek üzere bir koç gönderdiğini de hemen hepimiz biliriz...
Fakat, bu kurban edişin zorlu bir sürecin son basamağı olduğunu unuturuz. Hz. İbrahim’in İsmail’i kurban etmeye hazır oluşu aslında bir son adımdı, bir neticeydi. Çünkü, İsmail, onun Rabbine sunduğu ilk kurban değildi; son kurbandı.
Hz. İbrahim’in Rabbine kurban ettiği ilk şey, kendisi oldu. Çünkü o, Kur’ân’da da anlatıldığı gibi, kendisini bir ‘kul’ olarak tanımladı ve Rabbini aradı. “Ben kendim için değilim, ben başka Birisi içinim. Ben kendi başıma bir amaç olamam, çünkü ben fâniyim, âcizim, zayıfım, muhtacım. Asıl maksud hiç son bulmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, benim ihtiyaçlarımı bilebilecek Birisi olabilir” dedi. “Ve ben de O’na intisabımla O’na nispet edilerek anlam kazanabilirim.” Kısacası eğer kurban etmek, birşeyi amaç olmaktan çıkarıp asıl amaca yaklaştıran bir araç ve binek yapmak ise, Hz. İbrahim önce kendisini kurban etti Rabbine.
Sonra yıldızları, ayı ve güneşi... Çünkü, Rab arayışında onların da batıp gittiğini gördü. Onlar da kendisi gibi âcizdi, onlar da fâniydi. Dolayısıyla, onlar da amaç olamazdı, Rab olamazdı. Kendi başlarına bir anlam taşıyamazlardı. Arkasındaki başka birşeyi görmek ve tanımak için bir perdeyi yırtmak onu kurban etmekse, Hz. İbrahim yıldızları, ayı ve güneşi kurban etti. Elindeki bıçağın üstünde ise “Allah’a bakan yönü dışında, herşey fânidir” mânevî yazısı nakşolunmuştu.
Hz. İbrahim’in kurban ettiği, yâni Rabbine perde olmaktan çıkardığı şeylerden birisi de kavmiydi. Aynı topraklarda doğmuş olmasına, onların içinde büyümüş ve onlarla birlikte yaşıyor olmasına rağmen, onların putperestliğini hiçbir zaman hoşgörmedi. İman ile küfür arasında asla bir ‘uzlaşma’ olamayacağını bildiğinden, dâvâsından hiç taviz vermedi. Ve başta babası olmak üzere, kavmine hikmetli bir dille tevhid dersini verdi.
Kavminin horlamalarına, alaylarına, baskılarına sabırla göğüs gerdi ama elindeki tevhid kılıcını bırakmadı. Allah’tan gayrı herşeyin üzerindeki yalancı ilâhlık perdelerini yırttı; üzerindeki yalancı mabudiyet etiketlerini parçalayıp, onları hakiki konumları olan kulluğa döndürdü. Mahlûkatı, kendi başına birer amaç olmaktan çıkarıp, O’nu tanıtan ve O’na götüren araçlar kıldı. Hem de tek başına ve bütün kavmine rağmen. Kavmini değil, Rabbinin kudret ve rahmetini dayanak noktası bildiğindendir ki, Kur’ân onu ‘tek başına bir millet’ olarak vasıflandırdı. Ve o da kendisinden sonra geleceklere bu semavî tevhid milliyetini miras bıraktı. Tevhide inanan herkes, rengi ve ırkı ne olursa olsun, ‘İbrahim milleti’nden olarak anılageldi.
... Ve nihayet, Hz. İbrahim İsmail’i kurban etti, çünkü onu doğru şekilde ‘okudu’. Bir yazıdaki kelime ya da harfleri, taşıdıkları mânâya ulaşmak için araç yapmak onları kurban etmekse, Hz. İbrahim İsmail’i asıl bu anlamda kurban etti. Onu kendi kendisine işaret eden bir isim olarak değil, Rabbinin ilâhî isimlerine işaret eden bir harf olarak gördü.
Hz. İbrahim, o harfi ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku’du. Onun kendisine bakan yönünde bir hiç olduğunu, kendi zâtında bağımsız ve kendine ait sabit bir vücuda sahip olmadığını, kendi başına ayakta durabilen bir hakikatı bulunmadığını bildi. Ancak, kendisini yaratan Rabbine bakan, O’na işaret eden, O’nu bildiren yönüyle bir anlama ve bir vücuda sahip olabileceğini kavradı.
Hz. İbrahim yere yatırıp kesmek istediğinde, bıçak İsmail’i kesemedi. Çünkü, Rabbi izin vermedi. Çünkü, yerde İsmail’in bizzat kendisine ait hiçbir şey yoktu ki, bıçak kesebilsin. İsmail’de görünen her şey, Rabbinden bir ihsandı, O’nu gösteren birer işaretti. Hz. İbrahim’in elindeki bıçak ise bir tevhid kılıcıydı ve Allah’tan gayrı şeyleri O’na perde olmaktan çıkarmakla vazifeliydi. Hz. İbrahim İsmail’i Rabbine karşı bir perde yapmadığından, İsmail de ‘teslimiyet ve sabır’ üzere olduğundan, bıçak ona zarar veremedi.
Ve Hz. İbrahim, Rabbinden gayrı herşeyi O’na kurban edebilmesi sayesinde Allah’a yaklaştı. O’nun dostluğunu kazandı ve böylece, ‘Halilullah’ olarak nam saldı bütün zamanlara.
Nitekim, bizler de günde en az otuz-kırk defa selâm ve duâ gönderiyoruz İbrahim’e ve ailesine. Yâni, onu kendimize önder ve örnek aldığımızı dile getiriyoruz. Peki bu, dillerimizden hallerimize de yansıyor mu?
Meselâ, sevdiklerimizden Rabbimiz adına vazgeçebiliyor muyuz? Onları O’nun adına sevebiliyor muyuz? Onları asıl Sevgili’nin gönderdiği hediyeler olarak görüp, O’nun sevgisine yaklaşmanın aracı kılabiliyor muyuz? Hz. İbrahim gibi, tevhid kılıcını onların fâni ve geçici yüzlerine çalabiliyor muyuz? Yoksa onları kendi nefsimiz adına sevip, âyet ve işaret olmaktan çıkarıp, bizâtihi isim ve amaç kılarak putlaştırıyor muyuz?
Kurban Bayramlarında kurbanımızı ne derece Hz. İbrahim’in yolundan giderek, sevdiğimiz herşeyi Rabbimizin bize gönderdiği birer hediye ve nimet bilerek, O’na yakınlaşmak için birer araç ve binek yapma niyetimizin ifadesi olarak kesiyoruz?
Evlâdımızı, anne babamızı, kavmimizi, yaşadığımız beldeyi vs. kendi adımıza sevip onları Rabbimize perde mi yapıyoruz; yoksa onları yaratan Rabbimizin adıyla sevip, Rabbimizin muhabbetine birer binek, birer burak mı yapıyoruz?
Kısacası; âhiretin dünyaya, Hz. İbrahim’in kudsî milliyetinin dünyevî ve kavmî milliyetçiliklere, ibadetlerin âdetlere, isimlerin harflere, amaçların araçlara kurban edildiği böylesi bir ortamda, İbrahim’in kurbanı, bize unuttuğumuz pek çok hakikatı hatırlatıyor.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |