18.05.2006-Yeni Asya Gazetesi
Lozan Antlaşmasında da kabul edildiği gibi, Cumhuriyet’in kurucu öğeleri Müslümanlardı. Dahası, 1924 Anayasasında cumhuriyetin bir “İslâm devleti” olduğu beyan ediliyordu. İttihad Terakki’den tevarüs edilen Türkçü uygulamalar henüz tam anlamıyla bir devlet politikası haline gelmemişti.
Ama düğümün çözüldüğü nokta 1924 yılında Hilafet’in kaldırılması oldu. Özellikle 2. Abdülhamid döneminde dış siyasetin bir aracı olarak Avrupalı güçlere karşı kullanılan, ama sonuçta Müslümanlar arasındaki birliği simgeler hale gelen Hilafet’in ilgası, yeni rejimin kimliğini dinde değil etnik milliyette aradığının işareti olacaktı. Martin van Burinessen’e göre, “Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte, Türk-Kürt kardeşliğinin en önemli sembolü ortadan kalkmış oldu. Ankara Hükûmetini dindışı olarak suçlamak mümkün hale geldi ki, bu suçlama hükûmetin aldığı diğer bazı kararlarla da desteklenir gibi gözüküyordu. Bu argüman, İslâma kuvvetle bağlı olan Kürtler için diğer herhangi bir argümandan daha etkiliydi.” (Agha, Shaik and State: On the Social and Political Organization of Kurdistan, s. 281.) Uğur Mumcu gibi kimi araştırmacılara göre, halifeliğin kaldırılması Kürt milliyetçiliğinin patlama yapmasına neden olan etkenlerden birisidir.
Kürtleri rejime yabancılaştıran ve küstüren diğer bir etken ise, bu bölgede yaşayan insanların ana eğitim kurumlarını yani medreseleri yasaklayan Tevhid-i Tedrisat kanunu oldu. Sonrasında gelen Şeyh Said İsyanı, bütün Kürtleri arkasına almamış olsa da, rejimin Doğu bölgesi politikasında bir kırılma noktası teşkil etti. İstiklâl Mahkemeleri, Takrir-i Sükûn devletin Doğu’ya dönük yüzündeki—laisizm ve etnik milliyetçiliğin yanısıra—üçüncü unsuru sergiliyordu: silâhlı otoriter kontrol! Ama şiddet şiddeti doğuracak, Baskın Oran’ın ifadesiyle Şeyh Said İsyanından sonra “bu bölgede ayaklanma olmayan bir tek yıl” geçmeyecekti; “…çoğunluk (Türk) milliyetçiliği, yarattığı tepkiyle, bir azınlık (Kürt) milliyetçiliği doğurmuştu.”
Tek parti dönemi, özellikle 1930’lar, ırkçı bir milliyetçiliğin hakim olduğu; Türk ırkının üstünlüğünün ve mükemmelliğinin ispatlanmaya çalışıldığı yıllar oldu. Kürtlerin “en saf Türklük kökünden geldikleri halde” neden ayrı bir Kürtlük kimliğinde ısrar ettikleri anlaşılamayacak; etnik kimlikleri reddedilecek ve aşağılanacak; ana dillerini konuşmaları yasaklanacak; Türkçe konuşmadıkları tesbit edildiğinde para cezasına çarptırılacak; bu yüzden nice nice köylü Doğu ve Güneydoğu’daki şehir merkezlerine gelmekten kaçınacaktı.
Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek isimli kitabında, tek parti döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki on üç ilde devletin resmî partisi olan CHP’nin örgüt kurmamış olduğunu hatırlatıyor. Bu ise devletin bölgeye sırtını tamamen döndüğünü, onlara taleplerini aktaracakları kanal bırakmadığı anlamına geliyordu.
Tek parti dönemi, Türk milliyetçiliğinin sekülerleşmesine paralel olarak Kürt milliyetçiliğinin de sekülerleştiği, Türklük vurgularına karşı Kürtlük savunmasının yükseldiği yıllardı. Şeyh Said sonrasındaki Kürt isyanlarının dikkat çekici yönü, Akyol’un belirttiği üzere, İslâmî kimlikten tümüyle soyutlanmış, etnik kimliğe dayalı hareketler olmalarıydı.
Bu noktada, laisizm ve milliyetçiliğe eşlik eden otoriterliğin her ihtilâl döneminde biraz daha güç kazandığını ve her ihtilâl ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yeni bir Türkçü politika dalgasının çarptığını hatırlamak gerekiyor. 27 Mayıs darbesinden sonra “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasının ve “Kürt yoktur, herkes Türktür” propagandasının başlatılmış olması manidardır. 60’lardan itibaren ana karakteristiğini sekülerizmin teşkil ettiği Türk solu içinde Kürtçülük damarı gelişecek ve 1970’lerde PKK’yı filiz verecektir. 1980 ihtilalinden sonra, özellikle Diyarbakır’daki hapishanelerde Kürt milliyetçilerine uygulanan işkence ve eziyetlerin PKK’nın desteğini arttırdığı söylenebilir.
PKK’nın vahşi terör eylemlerine karşı devletin silâhlı mücadelesi 1980’lere ve 1990’lara damgasını vurdu. Akyol, PKK ile mücadelenin sonucunda çıkan bilançonun “Ölü sayısı açısından on bir tane Kuzey İrlanda ve kırk beş tane Bask sorununa eşit” olduğunu söylüyor. Her yıl terörle mücadeleye harcanan milyarlarca doların sosyal ve ekonomik yapıya verdiği zarar cabası…
Ve bugün…
Avrupa’nın zorlamalarıyla sağlanan kimi açılımlara rağmen “Kürt sorunu” olanca ağırlığı ve canlılığıyla gündemimizi işgal etmeye devam ediyor ve edecek. Peki ne olacak? Bu aşamada sizi Mustafa Akyol’un sunduğu iki senaryo ile başbaşa bırakmakta fayda var:
Birinci senaryo: etnik Kürt milliyetçiliğinin, ona karşı gelişecek tepkiyle giderek büyümesidir. Artık Kürtçe serbest, Kürtçe yayın mümkün olduğu için, dil ile “uluslaşma” süreci arasında her zaman bir bağ olduğuna göre, belki de Türkiye Kürtlerin uluslaşacağı bir sürece girmiş olabilir. “İki uluslu” hale gelmiş bir ülkede bütünlüğü korumak, yani Türkiye’nin parçalanmasını önlemek ise uzun vadede mümkün olmayabilir.
İkinci senaryo: Kürt vatandaşlar kendilerine sağlanan kültürel özgürlüklerle ve baskıların kalkmasıyla rahatlayarak ülkedeki demokratik kurumlara entegre olabilirler. Ekonomik gelişme ve nüfusun iç göçlerle iç içe geçmesi ise toplumsal entegrasyonu daha da geliştirebilir. Kürtleri ve Türkleri tarih boyunca kaynaştırmış olan İslâmiyet bağı her iki tarafta da etnik milliyetçiliği törpüleyerek birlik ruhunu güçlendirebilir…
Bunun için ise, on yıllardır uygulanan sorunlu laisist ve etnik milliyetçi politikalardan vazgeçilmesi, bölgeye korkmadan güvenerek ekonomik ve sosyal hizmetlerin ulaştırılması ve en önemlisi silâhların ve baskıcı yönetim gölgesinin iki kardeş unsur arasından çekilmesi, onun yerine nicedir devlet katında unutulan veya görmezden gelinen din bağının tamir edilmesi gerekiyor. Vakit çok geç olmadan!
"Kürt Sorunu”nu Yeniden Düşünmek - 1
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |