11.01.2006-Yeni Asya Gazetesi
Kürt Sorunu, Türk Sorunu
27.08.2005- Yeni Asya Gazetesi
Milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır. Hem kendisi yaşça çocuktur, hem de ona kapılanlar ruhça çocukluk ve yeniyetme özellikleri gösterir. Birbuçuk, bilemedin iki asır öncesine kadar—ki bu süre insanlığın ömrüne kıyasla bir günün ancak bir saatini teşkil eder—bu ve civar coğrafyada kimse “Sen kimsin?” sorusuna “Türküm, Arabım, Kürdüm” diye cevap vermiyordu. Kimsenin dünyasında “biz ve onlar” bölünmesi unsurî mensubiyet üzerine kurulu değildi. Dindi asıl olan. Yeryüzündeki ilişkileri ve bağları belirleyen, semayla kurulan ilişkiydi. Biz Müslüman’dık, onlar gayrimüslimdi! Din, insanı Yaratıcı’yla bağlarken, onu aynı zamanda bütün varoluşa ve inananlara kopmaz bağlarla bağlıyordu. Bütün inananlar kardeşti! Bütün varlıklar insana kardeşti.
Ama önce Avrupa çocukça bir gururla “Ben büyüdüm, başım göğe erdi” deyip göklerle ilgisini kesti, yüzünü toprağa ve arza çevirdi. Din bağının yerine ikame etmek için yeni bağlar aradı mecburen ve buldu da. Ya da bulduğunu sandı. Çocukça bir hevesle “Biz İngiliziz, Almanız, Fransızız” demeye ve öylece inanmaya başladı. Elinde kalan tek sermayesi olan toprağı da bu hevesle çoktan bölmüştü zaten. Sonra, Avrupa’da bir virüs gibi yayılan milliyetçilik, özel bir itinayla İslâm diyarlarına aşılandı. Dinle bağımız zayıfladığı ölçüde etnik kimlik bizim için de belirleyici olmaya başladı. Avrupa’nın türedi modası ulus-devlet bize de ölçü olmaya başladı. Yabancı ve mütehakkim ellerce cetvellerle çizilen haritalarımız oldu. Sınırlarımız oldu. Ama bu hayalî sınırların iki yanındaki insanları birbirinden gerçekte neyin ayırdığını soran sorularımız olmadı.
Siyaset, yeryüzünü kanlı bir oyun alanına çeviren milliyetçiliğin çekim alanına girenler için artık birincil öncelikti. Gözler semadan yere çevrilmiş, insanlar arasında hakikatı varoluşun özüne dayanan bağlar çözülmeye yüz tutmuş, onun yerine milliyetçiliğin gaddar, tarafgir ve zulmanî oyunları gelmişti. Din adına fetihler, cihadlar devri kapanmış; çocukların oyuncak paylaşımındaki “senin-benim” kavgası gibi, ama kanlı ve zalimce kavgalar devri başlamıştı. Avrupa’nın dünyanın başına bela ettiği milliyetçilik, 60 milyon insanın canına mal olan iki dünya savaşıyla ve milyonlarca insanı kurban eden yüzlerce-binlerce etnik çatışmayla bu kavgaları hâlâ devam ettiriyor.
Milliyetçilik, ne insanın ne de varoluşun özüne yakındır. Dinin yerine ikame edilirken, seküler bir din haline getirilmeye çalışılan milliyetçiliğin varoluşsal kaygılarımıza, yokluk karşısındaki korkularımıza, çocuklara, yaşlılara, hastalara, sakatlara, kalbi kırıklara söyleyecek hiçbir sözü, deva olacak hiçbir çaresi yoktur. Bütün bu insanî halleri ancak unutarak, inkâr ederek milliyetçi olabilir insan. Milliyetçilik zevkli ve heyecanlıdır, doğru; ama bu zevk çoğu zaman ulusal ve uluslar arası siyasete dalan insanın kendi hakikatını unutma pahasına duyulur. Ene’nin yüzlerce katı suretinden bir suret ve dinden uzak felsefenin bir ürünü olarak milliyetçilik, bizi varlık kardeşlerimizden de soğutur. Tesbihin ipinin kopmasıyla bütün tanelerin dağılması gibi, din bağının kopmasıyla varoluş da insanın gözünde bölünmeye uğrar. Hassasiyetler adresini kaybeder, yanlış adreslere yönelir. Bir milliyetçi için, vehimlerde çizili sınırların içindeki ülkenin bölünmezliği, varoluşun irili-ufaklı sahte ilâhlara taksim etmeden tek bir Yaratıcı’ya teslim edilmesinden daha elzem ve mühimdir. Dalalet ve inkâr tohumlarının atıldığı eski Yunan’ın unutulup nevzuhur yeni Yunan’ın düşman bellenmesi bundandır. Yeni Yunan’ı değil eski Yunan’ın bulanık ve inkârcı felsefesini kendisine hedef eyleyen Bediüzzaman’ı bir milliyetçi bu yüzden anlayamaz.
Milliyetçilik mahiyeti gereği haksızlık, tarafgirlik ve zulüm üzerine kuruludur. Aynı şey kendisi yaptığında doğru, başkası kendisine yaptığında yanlıştır. Aynı söz kendisi söylediğinde hak, başkası söylediğinde dalâlettir. İman ve takvadan başka hiçbir şeyin bir insanı başka bir insana üstün kılamayacağını, iman ve takvanın ise ancak tevazu ve mahviyet ile gerçek anlamını bulacağını anlayamaz. Dili, rengi, ırkı, unsuru ne olursa olsun bütün insanların eşit olduğunu idrak edemez. Kibir ve gurur milliyetçiliğin mayasıdır. Bu kibirle kendinden başkasını beğenmez, kendinden başkasına güvenmez. Bir kardeşini “pis,” diğerini “kıro,” bir başkasını “kalleş” diye yaftalar. Ama dönüp boy aynasında kendisine bakmaz. Seküler milliyetçilikler, sahibinden kaçmış ve kendisini efendi ilân etmiş köleler gibidir; elinden gelen kendisini diğer kölelerle kıyaslayıp böbürlenmektir sadece...
Zor zamanlar yaşıyoruz. Milliyetçiliği esas alan, bu yolda çok zulümler işleyen ve kanlar döken, sınırları içindeki insanları bizzat kendisi bölüp ayrımcılık yapan bir zihniyetin başka milliyetçilikleri doğurması kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Bugün siyaset sahnesinde yeni oyunlar icra ediliyor, yeni hamleler yapılıyor. Bunlar kalbî meyil ve taraftarlıklarımızı gün yüzüne çıkardığı için bizim için de imtihan oluyor. Her kimden kime reva görülürse görülsün haksızlıklara karşı mı çıkacağız, yoksa kendi etnik tarafgirliğimizle “ama”larla başlayan tevillere mi sapacağız?
Gericilik ve bölücülük yaftasıyla, hem dindarları ve hem de Kürt unsurunu küstüren resmî zihniyet ne yazık ki birlik ve beraberliği sağlayamıyor, aksine daha baştan gönülleri bölüyor. Bugün şahit olduğumuz bir Kürt sorunu olduğu kadar, bir Türk sorunudur da. Ve aslında bir milliyetçilik sorunudur. Milliyetçiliklerin çarpışmasından fesat ve intikam ateşinden başka birşeyin çıkması beklenemez. Fesat ateşlerini söndürecek, gönülleri hakkıyla birleştirecek, Türk ve Kürdü bir arada tutacak bağ, onyılların yarasını onaracak deva ancak nuranî İslâm kardeşliği olabilir. İnanmayan, Nur sohbetlerine bir baksın. Ve bu nuranî kardeşliği eserleriyle yeniden tesise hayatını adayan Bediüzzaman’a hem mürteci, hem de Kürtçü diye iftira atan bedbahtların kulakları çınlasın!
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |