08.10.2005-Yeni Asya Gazetesi
Amerikalılar kasırgalara neden kadın ismi verir? Bir Amerikan rivayetine göre, kadınlar gibi kasırgalar da gittiklerinde arkalarında evsiz-barksız, arabasız insanlar bırakırmış, onun için. Kadın düşmanlığı kokan bu isimlendirmelere, başka bir rivayete göre, feministler isyan etmiş ve o yüzden son kasırgaya bir erkek ismi, Stan, verilmiş.
Katrina da Rita da Amerika’yı terk edeli çok oluyor. Daha önceki bazı kasırgalar gibi, artlarında evsiz, arabasız, hatta yiyecek-içeceksiz insanlar bıraktılar. Büyük can kayıpları meydana geldi. Bu iki kasırgadan geriye başka bir şey daha kaldı: Tartışmalar! Söz konusu kasırgalar birer “doğal afet” miydi, yoksa ilâhî adaletin tecellisi mi? Onlara ilâhî adalet ya da ceza denmesine, kimi kişiler karşı çıktı ve böyle bir tanımlamanın “haksızlık ve insanlık dışı” olacağını iddia ettiler. İşin ilginç tarafı, bu tartışmalar hem ABD’de, hem Türkiye’de ve hem de başka ülkelerde yaşandı.
Türkiye’de bu kasırgaları ilâhî birer ceza olarak görenler, bu cezanın öncelikle ABD’nin başta Irak olmak üzere dünyanın çeşitli coğrafyalarında işlediği zulümlere, döktüğü kanlara binaen geldiğini belirttiler. Allah, bu musibetlerle ABD’yi cezalandırıyordu. Yine Türkiye’den kimi alışılmış ağızlar, böyle bir tanımlamayı ânında “yobazlık” olarak nitelediler. Başbakanımız ise “Buna Allah’ın onlara verdiği ceza demek cahillik ve aczin ürünüdür” diyordu. “Bizim Allah'ımız Rahman ve Rahimdir. Rahman sıfatı tüm insanlık içindir.”
Gelgelelim, “yobazlar” ve “cahiller” sadece Türkiye’de yoktu! ABD’de birçok dindar Hıristiyan bu kasırgaların, özellikle New Orleans’ta üs kurmuş eşcinsel kültüre ve sefahata ceza olarak geldiğini söylediler. Buna karşılık, yine Amerika’dan bu tarife karşı çıkanlar oldu. Şehrin en çok zarar gören kısmının eşcinsellerin değil normal ve masum insanların oturduğu kısımlar olduğunu, dolayısıyla bu tanımlamanın haksızlık olduğu tepkisini gösterdiler. İlginçtir, Katrina’yı ilâhî ceza olarak gören taraflardan birisi de İsrail’den bir hahambaşıydı. Ama hahambaşına göre, cezanın nedeni ABD’nin İsrail’i değil Filistin’i destekliyor olmasıydı!
Bütün bu itiş-kakışın, tartışmaların arasında birkaç nokta gözden kaçtı.
Birincisi, deprem, kasırga veya sel gibi olayların ilâhî bir fiil olarak görülmesine her ne şekilde olursa olsun karşı çıkan ve buna yobazlık diyenler, aslında tabiatçılık yobazlığına düşüyor ve bu gözden kaçıyor. Zamanında bir uzman jeologun televizyonda depremi anlatırken gözlerinin parladığını, heyecanlandığını ve bu olay için “harikulâde” sıfatını kullandığını hatırlıyorum. Başkalarının ürpertiyle ve korkuyla andığı deprem, o uzmanın gözünde şahane bir sanat eseriydi. Benzer şekilde, zahiren yıkıcı ve zararlı olsa bile, kasırgalar da tesadüfî veya rastgele görülemeyecek kadar harika ve birer sanat eseri. Bu sanat eserlerini inatla ve körü körüne tesadüfî bir doğal olay derecesine indirgemek, yobazlıktan başka ne olabilir?
İkincisi, ilâhî ceza ve adalet tanımlamalarını şefkatsiz ve haksız bulanlar, aslında daha büyük bir haksızlık ve şefkatsizlik gösteriyorlar. Zira, ceza şeklinde de olsa Yaratıcı’nın insana müdahalesi ve muhatabiyeti bir rahmet içerir. İnsanın şu âlemde yalnız ve başıboş olmadığını, yapıp ettiklerinin Bilici ve Görücü bir Yaratıcı tarafından dikkate alındığını, dolayısıyla insana değer verildiğini ifade eder bu tanımlama. Kasırga, deprem vs. gibi hadiseleri tesadüfî bir şey olarak görerek ve göstererek insanı varoluşsal anlamsızlığın boşluğuna atmak, daha mı şefkatli ve adaletli? Bir çocuğun aklı yetse, “Annem-babam kızarak da olsa bana ilgi ve şefkatini göstersin” mi der, yoksa “Her hareketimde mutlak serbest olayım, annem-babam bana hiç karışmasın” mı? Kısacası, ilâhî ceza bile olsa bu hadiseler içlerinde sonsuz bir rahmet ve şefkati de barındırıyor.
Diğer taraftan, ilâhî ceza veya adalet tanımını yapanların büyük kısmı, bu musibetlerde can veren çoluk-çocuğun, masumların durumuna ilişkin doyurucu bir izah getirmiyorlar. Birçok insan böyle umumî musibetlerde masumlara çok üzülüyor ve onlara ceza verilmesini şefkatsizlik olarak görebiliyor. Dolayısıyla, sadece Bush’la başlayıp ABD ile biten, ama içi ilâhî fiillerin ardında yatan rahmet ve hikmete ilişkin yorumlarla dolmayan tanımlamalar, ne yazık ki, dinî değil şefkatsiz birer siyasî yaklaşım görüntüsü veriyor.
Halbuki, celal ve kahır içinde bile şefkat tecelli edebiliyor. Said Nursi’nin ifadesiyle, musibetler hataların sonucu olarak geliyor ve günahlara kefaret teşkil ediyor. Masumların ve hatasızların o musibette yanması ise yine bir rahmet içeriyor. “Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran” bu musibet “onlar hakkında ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.”
Dördüncüsü, kanaatimce bu kasırgaların Amerika’yı vurmasındaki adalet ve hikmet, siyasî zulümler kadar, bu ülkenin “ilerleme ve gelişme” ideolojisi adına yeryüzünün fıtrî dengesini fesada vermesinde aranmalı. Kyoto Sözleşmesi, dünyayı bir zırh gibi koruyan ozon tabakasının daha fazla zarar görmemesi için önlemler ve sınırlamalar öngörüyordu. Bu sözleşmeyi imzalamayan tek Batılı ülke, millî sanayiini ve üretimini bahane eden ve aslında ozon tabakasını en fazla tahrip eden ABD! Daha fazla maddî zenginlik için yeryüzünün düzen ve ahengini bozanların cezasız kalması düşünülemez. Ayrıca, bir ülkenin, askerî ve ekonomik “süpergüç” olmakla böbürlenirken birkaç saatte aciz ve fakir duruma düşmesi; “medeniyet” önderi olmakla övünürken çapulculuğun ve anarşinin en şiddetlisine sahne olması; insanlarına dünyaya sımsıkı yapışıp hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamalarını telkin ederken ölümün çıplak tokadını yemesi... sizce de ibretli ve hikmetli değil mi?
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |