19.03.2006-Yeni Asya Gazetesi
Kendi halinde, sade ama mutlu bir hayatı vardı istiridyenin. Denizin derinliklerinde bir kayaya tutunmuş, yaşayıp gidiyordu. Tuzlu deniz suyundan yiyeceğini buluyor, sert kabuğu onu düşmanlarına karşı koruyabiliyordu. O da zamanının büyük kısmını sağından-solundan süzülerek geçen balıkları seyrederek geçiriyordu.
Derken, birgün, istiridyenin içine bir sızı düştü. İçinde hissettiği acı sakin hayatını alıp götürmüş, yerine sıkıntılı ve sancılı günler getirmişti. Çok gecikmeden istiridye bu sancıların sebebini öğrendi. Bir kum taneciği! Küçücük bir kum taneciği nasılsa istiridyenin içine girmiş ve şimdi onu acılar içinde kıvrandırıyordu.
İstiridye kendi kendine bu kum taneciğini ne yapacağını düşünmeye başladı. “Bu sıkıntı neden benim başıma geldi? Nasıl oldu da oldu?” gibi sorular sormanın faydasızlığını ve anlamsızlığını biliyordu. O kum taneciğinden kurtulmanın mümkün olmadığının da farkındaydı. O halde, yapması gereken, şimdi düşmanı gibi görünen bu dâvetsiz misafirle birlikte yaşamaya çalışmaktı.
Bu kararının ardından istiridyenin sancıları sona ermedi, ama azaldı. Şikâyet etse kat kat artacak olan sıkıntıları dayanılabilir ölçüde kaldı. Günler, aylar ve yıllar geldi geçti. İlginçtir, istiridyenin ağrıları ve sıkıntıları da neredeyse sona ermiş ve ardında herkesin ziyaret etmekten büyük zevk duyduğu bir istiridye bırakmıştı.
Çünkü hayatının uzun süre acılarla geçmesine sebep olan o kum taneciği, onun sabrıyla bir inciye dönüşmüştü!
İstiridyenin bulunduğu civarda yaşayan diğer deniz canlıları onu sık sık ziyaret etmeye, zaman zaman kabuğunu açtığında ortaya çıkan muhteşem inciyi seyretmeye geldiler.
Ve bir şeye hiç karar veremediler: O harika inci mi istiridyeyi güzelleştiriyordu, yoksa sabır ve sükûnet sembolü gibi duran istiridye mi inciyi öylesine güzel gösteriyordu?
***
Herbirimiz İlâhî bir sanat eseriyiz.
Beden elbisemiz ipekten daha pürüzsüz; gözümüz, kulağımız, ağzımız, en paha biçilmez taşlardan daha değerli. En sade bir insan yüzü, Mona Lisa’nın yüzünden daha canlı ve değerli.
Duygularımız elmas, yakut ve pırlantadan daha gözalıcı. İçimizde Karun’un hazinelerinden daha büyük bir hazine taşıyoruz. Belki farkındayız, belki değiliz.
Birer model ve taşıyıcı gibi bu güzelliklerle güzelleştirilmişiz. Ama hiçbiri bize ait olmadığı, ne yapımlarında ne de devamlarında hiçbir katkımız olmadığı halde bu sanat eserlerini sahiplenip, onların başına gelen ve hoşumuza gitmeyen değişikliklerden ne de çabuk şikâyet edebiliyoruz!
Varlığın, üzerimizde taşıdıklarımızın bizden değil, ama bize emanet edilmiş şeyler olduğunu ne de çabuk unutabiliyoruz!
Bize biçilen, bize en çok da uyan ve daha fazlasını taşıyamayacağımız konumun birer sanat eseri olmak olduğunu niye hatırlamıyoruz dersiniz?
Sevinçler kadar hüzünlerin de, rahatlıklar kadar sıkıntıların da bize yakıştığını ve hayatın onlarla güzelleştiğini ne kadar fark edebiliyoruz?
Ne dersiniz, Mona Lisa tablosu yapılırken tablodaki kadın kendi ressamını eleştirse, şurası düzgün olmadı, burasını şöyle değil böyle yap dese ne derdik? Ve usta ressam Vinci Mona Lisa’yı Mona Lisa’nın istediği gibi resmetse böylesine güzel olur muydu?
Ya da, usta bir mücevhercinin elinde biçimlenen bir elmas dile gelip ustasını şikâyet etse, ne derece haklı olurdu?
Ya biz? Duygularımız iyi-kötü herbir olayla bir elmas gibi biçimlendirilirken, sabrettiğimiz takdirde kum tanesi gibi bir sıkıntıyı bir ince tanesine dönüştürebilecekken, Sanatkârımızı şikâyet etmeye ne derece hakkımız var?
Güzeli güzel yapan, sanatkârının ustalığı mıdır, yoksa o şeyin kendini nasıl gördüğü müdür?
Sözün kısası, bırakalım, hayatımız Sanatkârımızın elinde seyre ve tefekküre lâyık bir eser olsun. Bırakalım, hüzünler ve sıkıntılar duygularımızın sivriliklerini gidersin ve onları daha da güzelleştirsin...
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |