Burka ve peçenin yasaklanmasıyla ilgili bir yasa tasarısı hazırlayan İtalya’da bir kadın, Milano’daki bir halk pazarında karşılaştığı peçeli iki kadının peçelerini yırtarak, "Beni korkutuyorsunuz. Hem de peçe yasak değil mi? dedi.
Bir-iki gün önceki gazeteler olayı böyle aktarıyor. Sizi bilmem, ama ben o İtalyan kadının peçeden gerçekten korktuğuna inanıyorum. Bizdeki Avrupailerin de tesettürle ilişkisinin çok farklı olmadığını düşünüyorum. Niye olduğunu anlatmaya çalışayım.
Malum, kendini dinden soyutlayan modern zihin için görmek bilmek, bilmek de güç demektir. Göz iktidar aracıdır. 1984 romanındaki Büyük Birader’i hatırlayın. Büyük Birader adlı diktatör, her yere yerleştirdiği açık-gizli gözlerle yani kameralarla toplum üzerindeki iktidarını koruyordu.
Her şeyi herkesi yerdeki ve gökyüzündeki kameralarıyla gözetlemeye çalışan, fırsat bulsa bütün haberleşmeleri kontrol etmek isteyen modern devletin vatandaşları olarak bugün de çok farklı bir konumda sayılmayız, ama bu başka bir konu.
Bu seküler zihnin hakikatle ilişkisi, o zavallı İtalyan kadınınkinden çok farklı değil aslında. Bilmek için illâ görmek zorunda hisseder, göremiyorsa bundan rahatsız olur seküler zihin. “Hakikat ancak gözlemleyebildiğim ve deneyleyebildiğimdir!” diye de sloganlaştırır bunu. En gelişmiş mikroskoplar ile maddenin içine, teleskoplarıyla da uzaya bakması bundandır.
Ama aslında modern zihnin hakikat arama gibi bir derdi olduğu söylenemez. Tabiatın sırlarını keşfederek ona hükmetmek birincil amacıdır zira. O yüzden, daha çok şey “bilmek” modern insanın tevazuunu değil kibrini arttırır. O kibirle gözlemlediği varlıkları kendi çıkarı için yok etmekten ve çevre felâketleriyle bütün dünyaya zarar vermekten çekinmez.
Peki ya gözle görünmese de aklen ve kalben varlığı bilinebilecek şeyler? Bu noktada modern bilim “bu metafiziktir!” diyerek işin içinden sıyrılmayı tercih eder. Görünmeyen yani gaybî bir Yaratıcı’nın ve onun melek adı verilen ruhanî kullarının varlığı karşısında modern zihniyet o yüzden en fazla bilinemezci bir tavır takınır. Diğer taraftan, göremediği varlıkların kendini görebilmesi modern insanı rahatsız eder.
Gözün, görünenden görünmeyene ilişkin bir bilgi aracı olmaktan çıkarılıp bir iktidar aracına dönüştürülmesi yüzündendir ki, o İtalyan kadının—ve peçeye savaş açan bir diğer toplumun, Fransızların—dedeleri, Kuzey Afrika’yı sömürgeleştirdiklerinde ilk iş olarak Müslüman kadınların peçelerine uzatmıştı ellerini. Bir “efendi” olarak her şeyi ve herkesi onların görmesi gerekirken, kendilerinin göremediği bazı gözlerin peçelerin ardında onları gözetleyebilmesi, en çok kibirlerine ve iktidar duygularına darbe vuruyordu çünkü.
Bir Fransız general 1840’larda, “Araplar bizden kaçıyor, çünkü kadınlarını bizim bakışlarımızdan saklıyorlar” diyordu. "Peçenin Siyaseti" adlı kitabında tarihçi Joan Wallach Scott, “Peçeyi yasaklamak, değişen bir dünya karşısında Fransız ‘medeniyetinin’ ebedi üstünlüğünde ısrar etmenin bir yoluydu” diye yazıyor.
Bilmenin yolunun görmek, bilinmenin yolunun da görünmek olduğunu düşünen bu zihin Müslüman kadının örtünmesini anlayabilir mi sizce?
Anlayamaz! Çünkü modern zihin, dinin hakikatle, görünen-görünmeyen âlem ile ilgili esaslarını kavrayamaz.
Din, hakikatin gözle ihata edilemeyeceğini ancak kalb ile idrak edilebileceğini söyler bize. Göz ve kulak gibi duyular aklın dış dünyadan aldığı verileri kalbe sunmasına yarayan marifet araçlarıdır. Görünen dünya, yani şehadet âlemi mü’min için âyetlerle, yani işaretlerle doludur. Kendinden başka bir şeye, yani gaybî hakikatlere işaret eder görünen âlem. Modern zihnin aksına imanî algı tarzı, nazarını değdirdiği şeylerin tılsımını bozmaz. Varlıklar ve olaylar birer âyet olarak saygıyı ve korunmayı hak eder çünkü.
Bir medeniyetin hakikat algısını anlamak istiyorsanız o medeniyette bedenin—özellikle kadın bedeninin—örtünme biçimine bakmanız yeter. Hakikatin çıplak olduğunu vaz’ eden, o yüzden de bedenlerin çıplaklığını esas alan eski Yunan’ın mirasçısı modernizm, bilmek için görmeyi ve hükmetmeyi emreder. Her şeyi birer imaja, yani görüntüye indirgemeye çalışır. Kadınları açarak onların tılsımını ve hürmetini bozar. Tesettür emrine itiraz edenlerin, aslında dinin ders verdiği hakikat algısına itiraz ettiğini söylemek mümkündür.
Neredeyse 50 yıl önce yazdığı ama geçerliliğini hâlâ koruyan Gösteri Toplumu isimli eserinde, Guy Debord her şeyin nasıl birer görüntüye ve metaya çevrildiğini, kapitalizmin bu sürece nasıl hükmettiğini ince ince anlatır.
Din ise hakikatın ve ilâhî cemalin tecelligâhı olan kadının örtünmesini emreder ve onları gözün esiri olmaktan kurtarır. Dinin kadının örtünmesini emretmesi, hakikat algısıyla doğrudan ilişkilidir. İnsan örtünür, çünkü hakikat çıplak değil örtülüdür. Görünen dünya hakikatın bir perdesi/peçesi/örtüsüdür sadece. (Kadına bir âyet olarak nasıl bakılacağını merak edenler İmam Rabbanî’nin Mektubat’ının 1. mektubunu okuyabilirler.)
Mü’min bir kadın öncelikle görünmeyi değil hakikatının bilinmesini ister. Hakikatının derinliğine ancak ona bir âyet olarak ilâhî nazar adına bakabilen helâl bir nazarın erişebileceğini bilir. O yüzden kendisini başka gözlerden sakınır.
Kadını birer görüntü olarak şehvetli nazarların önüne atan seküler zihniyetin anlayamayacağı bir şeydir bu. O zihniyet için, tıpkı bilmek ve bilinmek gibi, var olmak görmek ve görünmektir.
Ne diyordu İtalyan kadın? “Peçenizle beni korkutuyorsunuz!”
Gelin bunu bizim yerli İtalyanlar için biraz daha açarak yazımızı noktalayalım:
“Örtünüzle bizi korkutuyorsunuz, çünkü görünmeyen ama bizi gören bir Yaratıcı’nın varlığını, o Yaratıcı’nın bizi bir gün hesaba çekeceği hakikatini hatırlatıyorsunuz. Bizi korkutuyorsunuz, çünkü varlık algımızın ve hayat tarzımızın sığlığını ve kofluğunu ima ediyorsunuz. Örtünüz bizi rahatsız ediyor, çünkü gözümüze engel olarak bizi aciz bırakıyor.”
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |