23.07.2005 - Yeni Asya Gazetesi
“Sanki bir el kalbimi avucunun içine alıyor, sıkıyor, sonra bırakıyor, sonra yine sıkıyor...”
Canımız sıkılır, ruhumuz daralır, yüreğimiz sıkışır. Canı sıkılan, ruhu daralan tek varlık türüyüz. Can sıkıntısına merhem olması için kurulan bilim dalları, eğlence sektörleri gözde mesleklerin başında geliyor. Psikologlar, psikiyatristler sıkıntılarımızın kökenine inmeye çalışsalar ve bizi kendimizle yüzleşmeye çağırsalar da; filmler, şarkılar, eğlence merkezleri bizi sıkıntımızı unutmaya bin bir işveyle dâvet etseler de sıkılırız. En zayıf yerimizden, cân evimizden vurur sıkıntı bizi. Kalesi top gülleleriyle yıkılmış bir komutan gibi mağlup; kostümleri çalınmış bir aktör gibi çıplak, oyuncakları elinden alınmış bir çocuk gibi mahzun buluveririz kendimizi. Ruhu ve kalbi bile beyinle, sinirlerle izah etmeye utanmayan bilim adamlarının kulakları çınlasın!
“Herşeyden önce Tanrı’dan yoksun olmak” diye tanımlar sıkıntıyı bir düşünür. Ânlık, sadece bir hal için olabileceği gibi bu yoksunluk, bütün bir hayatı da kıskıvrak teslim alabilir. Var oluşumuzun sırrıyla, hayatımızın derin anlamlarıyla, kısacası "Var edicimiz"le yüreğimizde kurulu bağın zayıflaması ya da kopmasının bir işaretidir can sıkıntısı. Kötü bir şey değildir. Bütün ağrılar, sızılar, acılar ve sancılar nasıl ki daha ciddî bir rahatsızlığın şifa ihtiyacının belirtileri olarak iyiyse ve ağrısız-acısız bir hal musibetlerin en büyüğüyse, sıkıntı da iyidir. Şefkatli bir hediyedir yüreğimizin Sahibinden.
Sıkıntı ruhta sonsuz bir boşluktur. Lezzet kaynağı gibi görünen her şeyi yutup anlamsızlaştıran bir boşluk. Boşluktan doğar sıkıntı. Âtalet sıkıntının kaynağıdır. Kalb ve ruhun var edildikleri amaçlara—Onu tanıyıp hissetmeye—yöneltilmeyip âtıl kalmalarıdır ruh sıkıntısının nedeni. Kendisine çevirmek için kudret ve rahmet kabzasına alır ruhumuzu Yaratıcımız, “Bana dön! Beni hatırla!” dercesine sıkar, bırakır, sıkar, bırakır.
Bedeni çalışırken ruhu Rabbini tanımadan ve hissetmeden boşlukta âtıl duran modern insan, tatile sığınırken ruhunun canlanacağını ve ferahlayacağını sanır. Ne büyük kaçış, ne büyük yanılgıdır bu! Beden konfor ve rahat içinde yüzse de, Rabbinden yüz çeviren ruh daha fazla sıkılmaya ve daralmaya mahkûmdur. O yüzdendir ki, yaz tatilleri depresyon vak’alarının zirveye çıktığı mevsimdir.
Çoğu kez, ruhu sıkıntıların kıskacında bunalan insan “O beni unuttu!” diye şikâyet eder. Oysa, unutan bizizdir. Hem kendimizi hem Onu! Onun bizi unutmadığının delili tam da ruhumuzun daralması ve sıkılmasıdır. Can sıkıntısı, ruh daralması, yürek sıkışması Kâbid olan Yaratıcı’nın sonsuz şefkatiyle ruhumuzu sıkarak ve daraltarak Kendisini hatırlatmasıdır, “uyan!” mesajıdır. Ona giden yolu kaybetmiş ruhumuz için bir işaret fişeği, Onsuzluğun zindanından ruhun özgürlüğüne giden yolu gösteren bir işaret taşıdır. O yüzdendir ki, büyük ruhsal dönüşümler çoğunlukla büyük sıkıntılar ve ruh daralmalarının ertesine denk gelir. İnsan, ancak büyük can sıkıntılarından sonra kendisini ve Onu bulur.
Bakmayın siz bu çağa verilen cafcaflı isimlere. Sıkıntı Çağıdır en yakışan yaşadığımız döneme. Modern insan ışık yılları mesafedeki galaksileri keşfetse de, kendi gerçeğine uzak hâlâ. Bedeni lüks içinde, ruhu yoksulluk ve yoksunluk içinde yüzüyor. Atomaltı âlemlerin nasıl işlediğini biliyor, ama "Ağlatan"ın da, "Güldüren"in de O olduğu hakikatine cahil. Ruhunu sonsuz kudretiyle elinde tutan Rabbinin Kâbid ismini tanıyamadığı için, Bâsit ismine mazhar olamıyor. Onun sonsuz muhabbetini hissedip genişleyemiyor, kanatlanamıyor...
Yaşasın uyanmaya kabiliyetli yürekler için sıkıntı! Yaşasın genişlemeyi hak eden ruhlar için daralmalar!
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |