21.03.2006-Yeni Asya Gazetesi
Said Nursi, Ayetü’l-Kübra isimli önemli eserinin girişinde küfrî itikadları ince bir tasnife tâbi tutar. İlk grupta, kendine mahsus yanlış inançlar, hatalı kabuller yer alır. Bu batıl itikadın sahipleri İslâmî hakikatlara bakmaz, karışmaz. Bediüzzaman “O bize karışmaz, biz de ona karışmayız” der bu grup için.
İkinci grup, imanî hakikatlara karşı çıkar, muhalefet eder. Bu grup da kendi içinde iki kısma ayrılır: [Allah’ı, âhireti, melekleri ve diğer gaybî varlıkları] kabul etmeyenler ve yokluğunu kabul edenler. Kabul etmeyenler ispatı tasdik etmezler. Bu, hüküm vermemek, bilmemek, tanımamaktır. Kolay bir tutumdur. Nursî bu tavır için de “Bahsimizden hariçtir” der. Diğer küfrî tavır, yani yokluğunu kabul tavrı, kalben yokluğunu tasdik etmektir. Bu yüzden bu kısım bir hükümdür, itikaddır ve tarafgirliktir. Taraftar olduğu için, reddettiği şeyi ispat etmeye mecburdur. Said Nursi, yazdığı risâlelerde bu toptan inkârcı ve redçi itikadı hedef aldığını, onunla mücadele ettiğini anlatır daha sonra.
İlginç bir tahlildir bu.
İlginçtir, çünkü yaygın olarak küfür inançsızlık ve itikatsızlık olarak bilinir. Halbuki bu satırlarda küfrün bir “itikad, hüküm” hatta “kalben tasdik” olduğu belirtilir. Bir şeyin var olduğunu iddia ve tasdik etmek nasıl bir inanç ise, yok olduğunu iddia etmek de içinde bir inanç, itikad ve tasdik taşır.
İtikadsızlık veya inançsızlık nitelemesi ise sadece ikinci grubun ilk kısmı için hakkıyla geçerlidir. Yani “kabul etmeyenler” için.
İşte, agnostisizm tam da bu kısma girer. Agnostikler, eski Yunan’ın Sofistlerinin (Sofestailer) modern çağdaki takipçileridir. Agnostisizm, zahiren tarafsız bir tavırdır. İnananların “Kesinlikle ve zorunlu olarak bir Tanrı vardır” tezine karşı “Kesinlikle bir Tanrı yoktur” diyen ateistlerin arasında duruş gibidir. “Bilemeyiz. Tanrı’nın ne varlığını ne de yokluğunu destekleyecek bir delil yoktur. Akılla hakikatı bulamayız” der. İnkâr da etmez, iman da.
İnkâr etmediği için bilfiil saldırmaz. Ama iman etmediği için hakikatın üstünü örter, karanlığa düşürür, imana zıt düşer. Agnostisizm de ateizm gibi vahiy ve ilham gibi bilgi kaynaklarını reddeder. Aklı ve duyuları biricik bilgi vasıtası olarak tanır. Ateistlerin “kesinlikle yoktur” dediği Yaratıcı, âhiret, melekler ve vahyi “aklın ötesinde” veya metafizik konular olarak görüp “bilinemez” diye hükmeder…
Bizde gerçek agnostik pek yoktur. Olsa da pek tanınmazlar. Çünkü agnostisizm son kertede bir tavırsızlık ve kayıtsızlık olduğu için mensupları seslerini yükseltmezler.
Son zamanlarda gazete ve dergi köşelerinde seslerini çokça çıkaranlar agnostik değil, inançsızlığı agnostisizm perdesi altından dile getirenlerdir.
Bu kişiler, okullarda hayatı tesadüfle ve maddî sebeblerle izah etmeye çalışan Darwin teorisinin yanı sıra Akıllı Tasarım gibi başka açıklamaların da okutulmasına fena halde bozulurlar. “Tanrı akılla bilinemez, o halde evrendeki olayları veya hayatın kökenini Tanrı’yla açıklayan teoriler okullarda okutulmamalı, yasaklanmalı” diye veryansın ederler. Hüküm verirler, muaraza ederler.
Agnostikçe tavır “Madem hakikat bilinemez, o halde ikisi de okutulsun; veya ikisi de okutulmasın” şeklinde olması gerekirken, onlar tesadüfe, sebeblere iman ederler. Kâinatın dışında bir Varlık’ın kastı, takdiri, kudreti, varedişi sözkonusu olduğunda “akılla bilinmez” deyip kenara çekilmezler, saldırırlar, yasaklansın derler.
Bir de, önce iman ve İslâm tarafında görünüp, sonra ‘tarafsız bölge’ye geçtiğini iddia eden; bir o tarafa bir bu tarafa çatıp sonra da “Bakın ben tarafsızım ve ne biçim yazdım ama!” diye her konuda racon kesenler vardır ki, onların hali içler acısıdır. Agnostikliğin tarafsız değil, zararsız da olsa küfrî bir tavır olduğundan haberdar mıdırlar bilinmez. Aldıkları dinî eğitimde imanın bir şehadet olduğunu öğrenmişlerdir belki. Ama, şehadet için akıl ve beş duyunun olmazsa olmaz derecede önem taşıdığını unutmuş gibidirler. Duyuların işaretlerini akla taşıdığı, aklın muhakeme ettiği ve kalbin tasdik ettiği tahkikî bir iman için bütün âlemin şehadetinin vesilesi olması gerektiğini unutmuş gibidirler. Ezberden dile getirilen veya anne-babadan öğrenilmiş, akılla tahkik edilmemiş yani araştırılmamış imanın “taklit” olduğunu ve çok da makbul sayılamayacağını da bilmez görünürler.
Gelgelelim, taklidî iman sahipleri bile kalb rahatlığıyla “O’ndan geldik, O’na gidiyoruz” diyebilirken, tarafsız bölgenin sahipleri—birilerine şirin görünmek için mi, yoksa gerçekten bilemedikleri için mi bilinmez—hayatı, insanı, nereden gelip nereye gittiğimizi “koca bir muamma” diye nitelerler…
Siz bakmayın, şahit olunan varlık ve olayların bilgisi üzerinde bugün ateist veya agnostik bilimselciliğin tekel kurma iddiasına.
Ateizm geldi ve geçti. Küfr-ü mutlakın beli kırıldı, vadesi doldu.
Geriye agnostisizm kaldı. Fizik-metafizik ayrımını tabulaştıranlar, “Tanrı bilinemez, bilim maddî olgularla uğraşır, Tanrı konusu metafiziktir ve din adamlarının alanına girer” diyenler kaldı.
Soru şudur: Bilim materyalist olmak zorunda mıdır? İllâ ki, ateizm veya agnostisizm üretmek zorunda mıdır? Görünen âlemdeki nesne ve olguların bilgisi neden bir Yaratıcı’yı tanımamıza vesile olmasın? Eğer bir Yaratıcı’nın yokluğunu kabul etmek veya kabule yanaşmamak da bir “itikad” ise, pozitivist bilimin tarafsızlığından bahsetmek, her türlü inanç ve dünya görüşünden soyutlandığını söylemek mümkün müdür?
Birincil varoluş gayesini nesnelerin hakikî anlamını anlamak olarak tanımlayan ve bu yolda aklını vahye tâbi kılabilen insanlar maddî nesnelerin bilgisine “yitik hikmet” gözüyle bakarlar. Bu yitik malı O’nun marifetine merdiven eylemek şartıyla nerede bulurlarsa çekinmeden alırlar. Sınırlı aklı mutlaklaştırmanın, vahye akıl ve kalb kulağını kapamanın, hakikat arayıcısı insana yakışmadığını bilirler.
Gelgelelim, bu noktada korkak, önyargılı, bölücü ve dışlayıcı davrananlar, itikadlarını yokluk üzerine kuranlardır. Tarafsız bölgede durduklarını iddia edenlere gelince, onlar ancak acınmayı ve duâyı hak ederler!
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |