25.6.2005-Yeni Asya Gazetesi
Tek kişilik gösteri yapan bir komedyen, bir keresinde İstanbul’da salonu dolduran yüzlerce seyircisine sormuştu: İçinizde kaç kişi Paris’e gitti? Hatırı sayılır sayıda el kalkmıştı. Ardından şu soru gelmişti: Peki kaçınız Hakkari’ye gitti? Koca salondan sadece iki el kalkmıştı. Birisi askerlik için gitmişti o şehre, diğeri ise ticaret için uğramıştı!
Maalesef, Türkiye’de zihinlerde görünmez bir çizgi ile doğu ile batı birbirinden ayrılıyor. Ankara’nın doğusuna geçmemiş kimbilir kaç insan var. “Cennet vatanımız!” sözü çok kolay çıkıyor ağızlarımızdan.. Elbette ki, göklerin ve yerin Rabbi, aslî vatanımız olan Cennet’te kâmilen tecelli ettirdiği güzelliği bütün yeryüzüne ve dolayısıyla vatanımıza da tecelli ettiriyor. Ama biz bu güzelliği tanıma, anlama ve kaynaşma ilâhî emrine uyarak ne derece koruyabiliyoruz?
“Cennet vatanımız” derken nedense daha çok güneyin deniz, güneş ve kumunu veya İstanbul’un Boğaziçi güzelliğini kastediyoruz. Geriye kalan yerler, varsa, ticarî getirileri için veya turistik albenisi için önem kazanıyor gözümüzde. Oysa, en başta kendi vatanımızın gezilecek, görülecek ve ibret alınacak Allah’ın arzına en başta dahil olduğunu unutuyoruz. Ve özellikle de Doğu’yu unutuyoruz! O ilkokul şarkısını halimizle söyleyip duruyoruz: “Orada bir bölge var uzakta/gitmesek de görmesek de...” Gitmediğimiz, görmediğimiz ve bilmediğimiz yerler ne derece bizimdir, sormuyoruz.
Ama gelin görün ki, bilmeden kanaat sahibi olabilme ve tanımadan tanımlayabilme hakkını kendimizde görebiliyoruz. Hele bu bir takım hassas konulara ilişkinse, anadili, bazı âdetleri veya görenekleri bizimkinden farklı olanları kolayca “öteki” sınıfına sokabiliyor, bizi bağlayan binlerce kudsî bağı bir kalemde es geçebiliyoruz. Şaşıların gösterdiği yönde yolumuzu kaybederken, en yakınımızdakileri uzağımızda veya uzağımızdakileri yakınımızda zannedebiliyoruz...
Birkaç gün önce, güzel yol arkadaşlarımla birlikte çıktığım hızlı ve yoğun Güneydoğu gezisinin başlarında, kalbim “Biz neden bu hale düştük?” sorusuyla meşguldü. Sonlarında ise “Bu halden nasıl kurtulabiliriz?” sorusuyla. Ve gezimizin her durağında yüreğime ayrı bir duygu düştü, ruhum ayrı bir renk ile boyandı…
İlk durağımız Diyarbekir’de huşunetti ruhumun payına düşen. Çin Seddinden sonra ayakta kalabilen ikinci büyük sur olduğu söylenen ve eski Diyarbekir’i çevreleyen duvarların üzerinde yürürken, Dicle nehrinin usulca dile getirdiği şikayetleri, haksızlıkları dinledim. Çok sıkıntılar yaşamıştı şehir. Çok kanlar akmıştı. İki yanlış bir doğru yapmamış, iki menfi milliyetçilik kaynaştırmamış, aksine gönülleri bölmüştü. Oysa farklılıklar bölünmenin değil bütünlüğün vesilesi olabilirdi.
Bu hakikati, şehrin en büyük camii olan Ulu Cami’de gördük. Caminin dört köşesinde her mezhep için ayrılmış bölümler vardı ve her mezhebin mensupları namazlarını ayrı ayrı, ama aynı çatı altında ve ayrılık hissi yaşamadan birlikte kılmıştı yüzyıllarca. Bugün sadece Şafiî ve Hanefî mezhebi mensuplarının bölümleri açık. Yine Ulu Cami’de, namazdan önce avluda Mele (Molla) Can Mirza’nın “Der tarik-i nakşibendi lazım-amed çar-i terk...” düsturunu izah ederken dinleyenleri etkileyen dilini hikmetle nasıl kullandığına şahit olduk. Mele Mirza önce Farsça, sonra Kürtçe ve daha sonra da Türkçe izah ediyordu konuyu. Ve hangi unsurdan olursa olsun, her dinleyici hissesini alıyordu bu hakikatli şirin dersten...
Ne var ki, farklılıktan ödü kopan resmî ideolojinin menfi bakışının etkilerini sokakları gezerken bile gözlemlemek mümkün. Resmî siyaset, şehrin ismi başta olmak üzere, bütün cadde ve sokakların isimlerini Türkçeleştirmiş. En ücra sokaklarda bile yörenin kendine özgü isimleri tabelalarda okunmuyor. Egemenliğini güya bu şekilde kurduğunu zanneden, isim değiştirerek gönüllerdekini değiştiremeyeceğini anlamayan bu ideoloji, insanlara nasılsa öyle olmalarına ve fıtrî halleri üzerine yaşamalarına izin verdiği gün asıl korktuğu şeyin uzakta kalacağının; menfi ve mütehakkim yaklaşımın itiraz ve isyanı getireceğinin hâlâ farkında değil.
Diyarbekir maalesef iki milliyetçiliğin karşılıklı gerildiği bir hattın tam ortasına düşüyor bugün. Hem haricî, hem de dahilî siyaset hamlelerinin tahtası durumunda. Diyarbekir denildiğinde terör, ayrılıkçılık, bölünme korkusu, kapkaç, vs. gibi türlü türlü problemler geliyor akıllara. Oysa o bunlardan çok öte bir şehir. Hz. Elyasa ve Hz. Zülkifl gibi peygamberlerin medfun olduğu bir belde. Dahası, şehrin fethi sırasında şehit düşen 27 sahabenin kabri, çoğu kimse bilmese de, şehrin manevî güzelliğini tamamlıyor. Diyarbekir’in bu ve benzeri bilinmeyen yönlerini gazetemizin bir ekiyle tanıtmaya çalışan Diyarbekirli hizmet ehlinin önemli bir görevi yerine getirdiğini düşünüyor ve onları tebrik ediyorum.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |