06.08.2005 - Yeni Asya Gazetesi
Sorular ışığa benzer. Işık, nesnelerin üzerine çarpıp onların görünmesine, bilinmesine neden olur. Işık olmadan, nesneleri ne bilebiliriz, ne de tanıyabiliriz. Yoklukla varlık arasındaki ince, ama sonsuz mesafeyi ışıkla aşarız. Sorular da çarpar! Aklımıza ve yüreğimize çarpan sorular sarsılmamıza neden olur. Düşünmeye, sorgulamaya, hazır cevaplarımızı gözden geçirmeye, kendimize karşı dürüst davranmaya yöneltir bizi.
Kimi zaman sancılı olur bu süreç. Gerçek sorular, biz istemesek bile aklımıza takılıp kalan, zihnimizin bir matkap gibi çalışmasına neden olan sorulardır. Gerçek sorular, susturulmayı reddeden, kaçınılmaz sorulardır. En çok sorulan, ama en zor cevaplanan, cevapları nazlı ve yavaş gelen sorulardır. Ama sonuçta, sorular sayesinde kendimizi keşfederiz. Daha önce haberdar olmadığımız yönlerimizi farkederiz.
Diyebiliriz ki, kendimizi sorular sayesinde tanırız. Hayata nasıl baktığımız ve onu nasıl yaşadığımız doğrudan doğruya sorularımıza bağlıdır. Sorular cevaplar kadar, belki daha fazla, değerlidir, çünkü, bizi cevaplara götüren onlardır. Doğru soruyu soramadığımızda doğru cevaba da ulaşamayız. Değerimiz cevaplarımızda değil sorduğumuz sorularda saklıdır. . “Sen sorularını yaşa!” der ünlü Alman şairi Rilke. “Cevaplarını bilmesen bile sorularını yaşa. Bir gün gelir cevaplarına da erişirsin.”
Bazı sorular vardır, cesaret ister. Kaçmadan kendimizle yüzleşmemizi, kendi içimize bakmamızı gerektirir. Ve sorular duru bir yürek ister. Bütün yüreğimizle sorduğumuz sorularımızın cevaplarını ergeç bulacağımıza dair inanç ister. Hele bu sorular varlığa, varoluşumuza, varoluşumuzun sırlarına dairse. Meselâ, “Hayatın anlamı nedir?” gibi bir soruysa.
Evet, sorumuz var, cevabımız yok. Demek ki, cevap bizde değil, bizden değil. Doyurucu cevabı buluncaya dek bize rahat vermeyen duygularımız birer sinyal lâmbası gibi aklımıza yol gösteriyor. “Cevap bu değil, şu da olamaz, öbürü de değil..” diyerek, bize nelerin cevap olamayacağını bildiriyor. Ama ya gerçek cevap? O bizim elimizde değil. Duygularımız onu arıyor, oralarda bir yerlerde “olmalı” diyor, ama o kadar.
Elimizle erişemiyoruz ona. Onsuz da duramadığımıza göre, demek ki bizim bizzat erişebileceğimiz birşey değil. Öyle olsaydı, binlerce yıldır varoluşun anlamına ilişkin sorulara cevap arayan felsefe “işte cevap budur” diye doyururdu bizi. Onu aradığımıza göre, demek ki var. O hayal veya vehim de olamaz; çünkü ilk insandan şu anda yaşayan aklı başında son insana dek, herkes o soru ile yaşatabiliyor insanlığını..
Diyelim ki, açmaya durmuş bir gül goncasının karşısındasınız. Gülden ruhunuza tarif edemediğiniz, anlatamadığınız bir esinti gelir. Evet, güzellik diyoruz bunun adına. Ama ismini koymakla onu anlamak farklı farklı şeyler. Güzelliği elimizle kavrayabilir miyiz? Buna kalkışsak, ya yaprak, sap, diken vs. gibi bir yığın mahzun madde kalır elimizde, veya bir sürü neden-sonuç ilişkisi içinde boğuluruz.
İşte, hayatın anlamı sorusunun cevabı da güldeki güzellik gibi bir esintiye benzer. Siz ona doğru yöneldikçe, ruhunuzu okşar; durup size gelmesine izin verdiğiniz ölçüde sizi kuşatır; siz baktıkça güzelleşir. Ama “Ben tutacağım, ben yakalayacağım” dediğiniz yerde sizi bırakıp kaçar. Elinizi mesken tutmaz. Maddeye razı olmaz.
Bizim yerimiz soru penceresidir. İşimiz, pencerede durup sormak, sahte cevap perdelerimizi birer birer aralamak ve o perdelerin gerisinden bize doğru zaten esmekte olana kendimizi bırakmaktır.
Diğer bir açıdan, “hayatın anlamı”na ilişkin sorular, sonsuz susuzluğumuzu dindirecek serin sulara benzer. Kimi an, elinizi değdirirsiniz, bulur gibi olursunuz. Ama duyduğunuz, elinizdeki ıslaklıktır. Maddî bir elin parmaklarında duramayacak kadar nazlı ve hassastır su. Parmaklarınızla tutmaya çalıştığınız ölçüde sizden kaçar, avuçlamaya kalkıştığınız takdirde sihri bozulur. Öyle ya, sonsuz susuzluğu bir avuç su nasıl dindirsin? Ruhumuz sınırlıya, bitimliye, parçalanmışa kanmaz. Bütünlüğünü bozmadan, sınırlamadan ona dalmakla, o derin okyanusa kendimizi emanet etmekle, maddî parmaklarımızdan ve onu kavramaktan aciz avucumuzdan vazgeçmekle rahat buluruz ancak.
Cevap kadar, cevabın nasıl bulunacağı; daha doğrusu, nasıl bulunamayacağını öğreniriz öncelikle. Cevap, belki de “cevaplar bitti” denildiği yerde başlıyor. Cevap, belki de “Bulamadım, bulamıyorum” dediğimiz yerin bir adım ötesinde durmuş, bizi bekliyor. Cevap, belki de kendi kendine kavramaktan vazgeçip âcziyetini ilân etmiş insanların göğe açılmış avuçlarına yağmur olup yağmayı bekliyor. Madem soru bulutları cevapsızlığımızla kararıyor; yağmur yakın demektir! Yeter ki gözümüzü, gönlümüzü rahmet yağmurlarının indirildiği gökten çevirmeyelim. Ümidimizi yitirmeyelim!
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |