21.5.2005 - Yeni Asya Gazetesi
Âdem’in çocuklarıyız. Neslimiz Âdem’den, özümüz ise ademden gelme. Varoluşumuzun mayası yokluk ve yoksulluk. Yok-suluz. Bir zamanlar yoktuk. Ne yokluğumuza dair bilgimiz; ne var olmaya gücümüz vardı. Yokluk ile varlık arasındaki sonsuz mesafeden de haberimiz yoktu. Yokluktan çekilip varlığa buyur edildiğimizde her bir varlık mertebesi, elbiseler gibi, yokluk ve yoksulluk özümüzün üzerine giydirildi. Ve bir zamanlar adem iken, âdem olup göründük. Bizi biz yapan şeylerden bize ait olmayan, sahiplenemeyeceğimiz şeyleri çıkardığımızda elimizde sadece mutlak yoksulluğumuz kalıyor. Veysel Karani’nin duâsını rehber edindiğimizde türlü türlü yoksulluklarımız bize Rabbimizin zenginliklerini tarif ediyor.
Biz varlığın yoksuluyuz. Bir ândan öbür âna ne varlığa tutunabiliyoruz, ne de varlığımızı koruyabiliyoruz. Bizi rahmet ve kudretiyle varedenimiz bizden başka Birisi... Biz hayatın yoksuluyuz. Ne hayatın bize verilişinde payımız var, ne de ölümün. Geçip giden gençliğimize dur diyemediğimiz gibi ölüme de sözümüz geçmiyor. Hayatımızı, bizatihi Hayat Sahibi ve Baki Birisi rahmetiyle hediye ediyor… Biz sonsuzluğun yoksuluyuz. Her dem fenaya ve yokluğa koşuyor oluşumuz, bekaya ellerimizin uzanamayışı Baki ve Daimi bir Rabb-i Rahim’i işaret ediyor... Hiçbir şey gerçekte mülkümüz değil; hiçbir nesneyi gerçek anlamda kavrayamayan ellerimiz, sahip olmanın da fakiri olduğumuzu gösteriyor. Herbir şeyi her halinde kudret elinde tutan, ihtiyacını gören ve karşılayan merhametli Sahibimiz mülkünü emrimize veriyor... Varlığının özünü, yoksulluğunu anlayan insanın benliği eriyor, buharlaşıyor, sıfırlanıyor. Mutlak hakikatleri yüklenebilecek bir başlangıç noktası haline geliyor.
Çeşit çeşit yoksullukla örülmüş fakir gerçekliğimiz, bizi Rabbimizin sonsuz sıfat ve isimlerinin tecellisine mazhar ediyor. Mutlak fakirliğimiz, Rahman isminin burcunda bizi bütün ilâhî isimlere muhatap ve ayna kılıyor. Ayna, üzerindeki iz ve görüntülerin yokluğu ölçüsünde kendinde yansıyanı gösterebiliyor; biz de varoluşsal yoksulluğumuzu hissettiğimiz ve bildiğimiz ölçüde Rabbimizi, Onun rahmetini tanıyabiliyor ve ona ayna olabiliyoruz. Mutlak yoksulluğumuzu hissettiğimiz derecede, kalb aynamız temizleniyor ve parlıyor.
Fakirliğimiz bizi Rabbimize götüren en kısa ve güvenli yol oluyor. Abdulkadir-i Geylani’nin ifadesiyle, fakrı insanın bineği haline geliyor. “Kim ona yoldaş olursa, menziline ulaşır; sahralarda vâdilerde dolaşmadan!” Ve aynı sırdandır ki, bir rivayette Hz. Peygamber “Fakrım fahrimdir” diyerek varoluşsal yoksulluğun Rabbi huzurunda yükselinebilecek en yüksek kulluk makamlardan birisi olduğuna işaret ediyor.
Yoksulluk insanı Rabbine rahmet bağıyla bağladığı gibi, insanı diğer insanlara ve varlıklara da eşitlik, şefkat ve merhamet bağı ile bağlıyor. Her şey gibi kendisinin de Allah karşısında mutlak fakir olduğunu bilen insan, diğer yaratılmışlarla eşit olduğunu hissediyor. Bilgi, servet, vs. her türlü nimeti ancak onları verenin öngördüğü ilkeler doğrultusunda kullanabileceğini anlıyor.
Bireylerin mutlak yoksulluklarının bilincine vardıkları bir toplumda, nisbî ve maddî yoksulluklara yaklaşım Mâlik-i Rahman’ın ilkeleri çerçevesinde şekillenir. Böyle bir toplumda —kulağa ne kadar hoş gelse de—“paylaşmak” değildir esas olan. Paylaşmak, insanın kendisine ait olan bir şeyden, kendi istediği ölçüde, istediği bir kimseye, istediği sıklıkla vermesi demektir.
Halbuki, zekât ve sadaka “verme” fiilini bir ibadete dönüştürür. Herşeyden önce, zekât ve sadaka, elimizdeki mal ve servetin gerçekte sahibi olmadığımızı hatırlatır bize. Zekât veya sadaka, kişinin—sahip olduğu değil—Rabbinin kendisine bahşettiği mal ve servetten,—kendisinin değil—Rabbinin tesbit ettiği bir miktarı,—kendisinin değil—Rabbinin uygun gördüğü kimselere,—kendi arzu ettiği değil—Rabbinin istediği bir vakitte, minnetsizce vermesidir. Ne alanın minnet altına gireceği, ne verenin nefsine pay çıkarabileceği bir durum yoktur burada.
Bu açıdan, mutlak ve varoluşsal yoksulluk ile nisbî ve maddî yoksulluk arasındaki ilişki açıktır. Şer’î bir vecibe ve ibadet olarak zekât ve sadaka, maddeten zengin kişinin Rabbi karşısındaki mutlak yoksulluğunu ilân etmesinden başka bir şey değildir. Kişi, zahiren elindeki mal ve servetin belli bir miktarını yoksula dağıtırken daha esaslı bir şey söyler: Bu mal ve servet benim değil; hiçbir şey benim değil. Her şey gibi bu mal ve servet de bana verilmiştir.
O yüzden denilebilir ki, ancak malının kırkta kırkını Rabbinden bilen kişi o malın kırkta birini yoksullara zekât verebilir. Ve ancak kendisine verilenlerle Rabbinin merhametini hissedebilen kişi, nisbeten daha yoksul kimselere merhamet edebilir. Şefkat yoksulluğun bir meyvesidir. Allah’a karşı fakirliğini hissedip her bir varlıkla mutlak fakirlikte eşitlendiğini bilen insan, kendisini ve nefsinin sınırlarını aşarak onlara şefkat duymaya başlayabilir ve fakirin halinden anlar.
Varlık mertebelerinin kendisine emanet olduğunu fark eden insan yaratılışının özüne sadık kalıp sadaka verir; malını nefsinin ve dünyeviliğin kirlerinden temizleyen zekâta başvurur.
Zekât ve sadaka veren insan, Hakikî Veren’in kendisi olmadığının bilincindedir. Bahşeden o değil Rabb-i Rahman ve Rahim’dir. Ne verdiği mal hakikatte kendisinindir, ne verme duygusu… Kendisi sadece sonsuz merhametin bir yansıması olan cüz’i merhametiyle Rahman isminin tecellisine bir vesile ve araçtır.
Mutlak fakirlik, nasıl insanı Rahman’a götüren bir vesileyse, nisbi fakirlik de toplum hayatında zekât, sadaka ve diğer ibadî yardımlaşma araçlarıyla muamele edildiğinde toplum hayatında Rahman isminin tecellisine vesiledir. Her ilâhî ismin tecelli ettiği farklı farklı âlemler var. Bir insan yavrusunun annesi tarafından emzirilmesi; bitki, hayvan ve insan bütün yavruların doyurulması ve her muhtacın ihtiyacının karşılanması Rahman isminin bir cilvesini gösterir.
Bunun gibi, canlı bir organizma olarak bir topluluktaki varlıklı kimselerin yoksulların imdadına koşması o topluluğu Rahman ismine bir ayna kılar. Şefkatle yoksulun imdadına koşan, zekât ve sadaka ile onlara yardım eden kişi, Rabbinin rahmetine daha fazla mazhar olur. Yanındakini elindeki zannedip sahiplenen ve kendisinin sandığı mal için cimrileşen kişi, bu tavrıyla rahmetten uzaklaştığının farkında değildir.
Bir âyetin ikazıyla,
“Cimrilik eden kendi aleyhine cimrileşmiş olur.” (Muhammed; 47:38)Varoluşunun özünde mutlak fakirlik yattığını unutan kişi, kendisini “zengin” zannederken, asıl fakirliğe düştüğünü görmez.
“Allah Ganî’dir; yoksul olan sizlersiniz.”
(aynı âyet)Ve insan kendi mutlak yoksulluğu ölçüsünde Allah’ın zenginliğini hisseder.
Aynanın üzerindeki her lekenin görüntüyü engellemesi gibi, insan kendisini “gerçek zengin” sandığı ölçüde Allah’ın zenginliğinden ve rahmetinden mahrum olur.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |