01.10.2005 - Yeni Asya Gazetesi
Teneffüste arkadaşlardan birisi kolumu dürtüp uzaktan onu göstererek “Tanıyor musun?” diye sormasa herhalde varlığından haberim olmazdı. Doğrusu tanıdığım söylenemezdi. Bayan hocaların kendi aralarındaki sohbetlerden adının kulağıma çalındığını da hatırlıyorum. Dersine girmedim. Birkaç kez koridorlarda gördüm. Öylesine, kendi halinde bir kızcağız izlenimi bırakmıştı bende. Havalı ve edalı olduğunu söylersem hakkını yerim, ama bana hiç de öyle hakikat arayıcısı, kitap kurdu vs. gibi birisi gibi de görünmemişti. Dedim ya, kendi halinde ama—ben farkında olmasam da—oldukça meşhur bir kızcağızdı.
Sonraları, göz gezdirdiğim gazetelerin magazin sayfalarında gördüm adını ve resimlerini. Derin dinî ya da felsefî tartışmalarla birlikte değil, benim bir çift ayakkabıyı eskittiğimden daha kısa sürede eskittiği ilişkilerle gördüm. Hatta, “magazin nikâhı” kıydığı meşhur bir şarkıcıyla bolca reklâm parası kazanmıştı ve reklâmverenler onların bu “magazin nikâhı”nın bozulmama şartını getirmişti. Herneyse, mücerret hüsne olan iştiyak yerine suretperestliği, hakikata yükselmek için nesneleri temâşa yerine röntgenciliği, melekût eksenli sohbetler yerine dedikoduyu tercih edenler için bulunmaz bir meta oldu manken Tuğçe.
Sonra, birkaç gün önce, Tuğçe’nin Hıristiyan olduğunu okudum. Ayran gönüllü kızımız, aynı filmde oynadığı Yunanlı bir oyuncuya aşık olmuş, evlenmek istemiş ve onun için Hıristiyan Ortodoks olmuş. Hatta “Yorgos benim kaderim” diyesiymiş. “Benim için din yoktu, çalışmak yoktu, vatan yoktu. Tek vatanım tek dinim Yorgos’tu.” Bir kavle göre hem dinini hem ismini değiştirmiş. Ailesinden hiçbir ferdin katılmadığı bir kilise ayiniyle muradına ermiş. Ne diyelim...
Din değiştirme, istatistiklerin de şahitlik edeceği üzere, ezici çoğunlukla diğer dinlerden İslâmiyet’e doğru gerçekleşiyor. Bu ihtidaların büyük kısmı arayışlara, araştırmalara dayanıyor. İnsanlar ölçüyor, biçiyor, kalbine ve aklına danışıyor ve sonra İslâm’da karar kılıyor. Hattâ, 11 Eylül hadisesi bile coğrafî anlamda İslâm’dan uzak Amerikalıların “Ne imiş bu İslâm?” diyerek araştırmaya ve okumalara başlaması ilginçtir. İhtimal ki, bu meş’um olayı tezgâhlayanların maksadının tam tersine, Amerikalılar bile İslâmiyet’i anlatan konferanslara ve eserlere rağbet gösteriyor ve bazıları Müslüman olmuş.
Aşk uğruna din değiştirmeler de yine çoğunlukla İslâmiyet’e doğru gerçekleşti hep. Anadolu’nun yağız Müslüman gençleriyle evlenebilmek için -müstakbel kocalarının şartı üzerine- İslâmiyet’i seçen Avrupalı kızların hikâyelerini çok duyduk. Ama ilginçtir, çoğu kez, İslâm’la şereflenen bu gelin kızlar bir süre sonra kocalarını dindarlıkta geçtiler ve bizim geleneksel dindarlığımızdaki çelişkilere dudak büktüler. Bir insan hem Müslüman olup, hem dininin yasakladığı içkiyi nasıl içebilirdi veya dininin farz kıldığı namazı nasıl ihmal edebilirdi ki?
Peki, “Müslüman” iken Hıristiyanlığa geçen olmadı mı? Oldu. Galiba, bu vakıanın tarihteki en popüler ismi, halk vicdanında din karşıtlığın simgesi haline gelen Tevfik Fikret’in Robert Kolejinde okumuş oğluydu. Babasının “Sen bize bol bol ışık kucakla getir” diyerek elektrik mühendisi olmak üzere İngiltereye gönderdiği Haluk, Hıristiyanlığı seçmiş ve üstelik papaz olmuştu. Pek bilinmez ama, Mecelle’yi hazırlayan Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliyye’nin de Hıristiyan ve hatta rahibe olduğu bir gerçek. Hürriyet şairi Namık Kemal’in bir Amerikan okulunda okutulan torunu Selma’nın Hıristiyan oluşu da...
Sonra, son yıllarda, misyonerler akmaya başladı Türkiye’ye. İslâmî terbiyenin resmî gayretlerle zayıflatılmasının sonucunda ortaya çıkan boşluğu doldurabiliriz ümidiyle faaliyetlere giriştiler. Ençok, bir görev gereği, güleryüz ve sevgi göstermeye çalıştılar gençlere. Fakirlere cömert yardımlar yaptıkları söylendi. Misyoner gayretlerin sonucunda resmî rakamlara göre birkaç yüz insan Hıristiyanlığı seçti. Gayrıresmî sayının, korku nedeniyle gizlenenleri düşünürsek, daha yüksek olduğu söylenebilir. Bu yeni Hıristiyanların kaçının araştırma sonucu, İslâmiyet ile kendilerine sunulan yeni dini karşılaştırarak, döndüğü; kaçının bel büken yoksulluğu bahane ederek bu tercihte bulundukları sorulabilir.
Ama Tuğçe’ninki farklıydı. O aşkı uğruna Hıristiyanlığı seçmişti. Yukarıda güvenilir kaynaklardan aldığımız sözleri (tek vatanım, tek dinim Yorgos’tur, o benim kaderimdir) sağlıklı bir ruh haline işaret etmedikleri, aşkın veya sevilme iştiyakının patolojik bir tezahürü oldukları âşikâr. İşin bu kısmını psikiyatr Dr. Mustafa Ulusoy gibi uzman arkadaşlara bırakıp, Tuğçe’nin din değiştirme hadisesinin başka bir tarafına dikkat çekmek gerekiyor. Yani, Tuğçe, sizce yeni dinini hakkıyla öğrenecek ve uygulayacak mı? Meselâ, Ortodoks mezhebinin hangi noktalarda diğer mezheplerden ayrıldığını araştıracak mı? Peki, yeni dini, vatanı ve dahi kaderi Yorgos’un Tuğçe’yi kızdırması ve boşanmaları halinde—ki benlik şişmesinin genel kural olduğu şöhretler âleminde çok yakın bir ihtimal bu—ne olacak? Tuğçe ne yapacak? Her yeni “gerçek aşk”ta yeni bir dine mi yönelecek?
Şahsen, Tuğçe veya diğerlerinin Hıristiyan olduğunu duyduğumda çelişkili iki duygu yaşarım. Bir taraftan, bu insanların zamanında ailelerinden sağlam bir İslâmî terbiye alamamış olmasına üzülürüm. Ezansız semt çocuklarının ismini taşıdıkları din hakkında bilgi düzeyinde bile olsa bîhaber bırakılmasından hüzün duyarım. İslâm diyarında dahi fetret insanlarının yaşayabileceğini hayretle görürüm. Diğer taraftan ise, zaten hakkıyla İslâm olmamış bu insanların fiilen dinsizce yaşamak yerine başka bir din vasıtasıyla kulluk bilincine varabilmeleri, âhiretlerini kurtarabilme ihtimalinden ümit duyarım. Bilirim ve inanırım ki, bir insan onu kâmil insan eyleyen İslâm’ın hakikatlarını hakkıyla tanısa, bu hakikatların bütün semavî dinlerin hakikatlarını zaten içerdiğini anlar ve o yüzden başka arayışlara ihtiyaç duymaz.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |