02.05.2006-Yeni Asya Gazetesi
Hayat Tarzı Savaşları
02.05.2006- Yeni Asya Gazetesi
Bir keresinde, ailecek görüştüğümüz bir bayan sohbet sırasında ağzından “İnşallah!” kelimesini kaçırmıştı. Ağzından kaçırmıştı, çünkü ağzından çıkanı kulağı duyduğu ânda, bocaladı, yüzü kızardı ve hemen kendisini düzeltti: “Şey, tabiî yani, tabiî.” Uzun süredir görüşmüyoruz onunla. İnşallah, artık tabiî yerine inşallah diyebiliyordur…
İmana karşı sistemli biçimde açılmış bir savaşın uzantısını yaşıyoruz bugünlerde. Adına da “hayat tarzı savaşları” deniyor. Bu savaş aslında onyıllardır devam ediyor. Ama son zamanlarda inanca karşı yürütülen savaşın kılıfı haline gelmiş durumda. Neredeyse hiç kimse İlâhî uluhiyeti inkâr ve red ederek meydana çıkmıyor, dikkat ederseniz. “Arkadaş, ben bütün âlemi kudretiyle kuşatan ve küçük-büyük her şeyi yoktan var eden bir Yaratıcı’ya değil; tesadüfe, nedenselliğe, tabiata inanıyorum” diye sesini yükseltemiyor kimse. İlâhî Kelâm namına Sözler, iman-küfür savaşının galibi oldu zira!
Ancak, iman hakikatlerine karşı beyhude savaşı kaybedenler şimdi bir adım gerilediler ve cephelerini hayat alanına kurdular. Diğer bir ifadeyle, iman ve kalb cephesinde kaybettikleri savaşı hayat meydanına kaydırdılar. Kelimeler, bedenler, elbiseler, evler, kişiler arası ilişkiler bu hayat tarzı savaşının cepheleri haline getirildi
“Hayat dünya hayatından ibarettir” diyen görüşün mensupları, “Asıl hayat âhiret yurdundadır” diyen âlem tasavvuruna inananlara insafsızca saldırıyor, bütün zulûmlü ve zorbaca yolları kullanarak bu savaşı kazanmaya çalışıyor. İnanca karşı yürütülen savaşın bittiğini düşünmeyin sakın, hayır! Sadece ikinci cephenin mensupları, aldanmışları ve uykuda olanları da yedeklerine alıp hayat alanında yoğunlaştırıyor saldırılarını. Ve imana karşı açtıkları savaşta olduğu gibi yine cebir, yine zorbalık, yine keyfîlik, yine zulüm araçlarını kullanıyorlar…
Baştan başlıyor hayat tarzı savaşları. İnanmış kadınların başlarına örttükleri bir metrekarelik örtü, imana ve İslâmî hayat tarzına bayrak açmışların cephesine bir obüs topu düşüyor. İmanı ve İslâmı hatıra getiren her sembol gibi, başörtüsü de hayata düşman cephe tarafından hedef alınıyor. Yasaklanıyor, aşağılanıyor. Ve mağlûp edilemediği yerde, kuşatılmaya çalışılıyor. Meselâ, ilginçtir, “moda” adı altında yeni taktikler deneniyor, bedenleri gizlemesi asıl olan örtüler teşhirin ve şovların parçası haline getirilmeye gayret ediliyor. Ve kimi ehl-i iman ne yazık ki bu örtülü dünyevîlik tuzağına düşebiliyor.
Dil, gönülde yatanın kelimelere dökülüşüne vasıta olurken aslında hayat tarzı savaşının da silâhına dönüşüyor: “İnşallah, maşallah, elhamdülillah, Allah razı olsun, Allah muhafaza etsin…” gibi doğrudan İlâhî kudret ve iradeyi hatıra getiren kelimelere karşı dünyevî cephenin savaşçıları “Tabiî, ne güzel, umarım vs.” gibi kelimeleri bilerek ve kasten kullanıyor. Ehl-i iman ise ancak bilmeden kullanabiliyor bu küfür kokan kelimeleri…
Sonra, dine meydan okuyan ve dünya hayatına tapan seküler savaşçılar kendilerine göre haram-helâl ayrımları yapıyorlar; meselâ, sigarayı külliyen haram ilân ederken, içkiyi göklere çıkarıyorlar. Niye mi? İçki dinen yasak olduğu için! İçki içmenin çok çeşitli sebebleri olabilir ve son kertede içki bütün kötülüklerin anası bir günahtır, içki içmek doğrudan o insanın din karşıtı olduğu anlamına hiç gelmez. Ama hiç içki içmiyorsa bu ülkede bir insan, bunun yegâne sebebi ancak dinî yasak olabilir.
Gelin görün ki, seküler savaşçılar, sigarayı haram ilân ederken sigara kadar sağlığa zararlı, ama bireysel ve toplumsal hayatı tahrip eden içkiye kucak açıyor. Sırf içki içmedikleri için insanları çağdışılıkla itham ediyorlar. Siz de nice örneğini duymuşsunuzdur, içki ikramıyla dinî bir hayat tarzı izlenip izlenmediğinin ve devamında dışlamanın veya cezalandırmaların geldiğinin. Devir öyle bir devir ki, içmemek değil içmek bir erdem haline getirilebilmekte ve içmeyenler tahkir edilebilmekte. Sahi, çok satan gazetelerin başyazarlarının dönem dönem şarap yazıları döktürmesinin nedeni ne sizce? Ya da, televizyon ekranlarından dalga dalga içki âlemlerinin dökülmesi bir tesadüfle mi izah edilebilir, yoksa kasıtlı ve planlı bir hayat tarzı savaşıyla mı?
Hayat tarzı savaşları beden ve cinsellik alanında da kıyasıya yaşanıyor. Bedenini İlâhî mülk bilip o mülkün Sahibinin rızası ve istekleri doğrultusunda yaşayanlar “iffet”e inanırlar. İffet, bedenini sahiplenmemek ve onu bir emanet olarak taşıyabilmektir. Bedenini ve şehvet duygusunu ancak izin ve helâl dairesinde, yani nikâh altında yaşar iffete inananlar. Ama iffetin tezahürü olan bekârete savaş açanlar, aslında önce iffete, sonra da bedenin asıl Sahibi’ne karşı savaş halindeler. Öyle bir savaş ki bu, kuralı koyan seküler sultanlar her türlü evli-bekâr kadın-erkek, kadın-kadın, erkek-erkek ilişkisine izin veriyor, ama sadece tek bir ilişkiyi yasak ve suç sayıyor: bir kadın ile bir erkeğin dinî nikâh ile bağlanmasını! İlginç değil mi?
Helâliniz olmayan bir kadına veya erkeğe dokunmamayı tercih ediyorsanız, ayıplayıcı ve kınayıcı bakışların ve tavırların odağı haline getiriliyorsunuz. Balolara dâvet ediliyorsunuz, namahrem kadınlarla dans edip edemeyeceğinize, eşinizin başka erkeklerle dans etmesine göz yumup yumamayacağınıza dikkat kesiliyorlar. Eğer o yolun yolcusu değilseniz önünüzü ve rızkınızı kesmeye çalışıyorlar.
Ve sizi evinizde bile rahat bırakmıyorlar. Meselâ, evinize ayakkabılarınızı çıkarıp öyle giriyorsanız, aşağılıyorlar. Ayakkabısız girilen evde dinin tanımladığı bir “temizlik” anlayışının hâkim olduğunu bildikleri için yapıyorlar bunu. Kendi keyfîlikleriyle çizdikleri “modernlik, çağdaşlık, medenîlik” kalıplarının dışına çıkmakla suçluyorlar sizi.
Ama müsterih olun! Kalbe ve imana açılan savaş gibi, hayata ve hayatın hayatı olan dine açılan bu savaşı da kaybetmeye mahkûmlar. Kendileri de biliyorlar bunu. Yasaklar, zulümler, zorbalıklar çaresizliklerinin ve çırpınışlarının işareti zaten.
İsterseniz, bu işin bilimini yapan bir sosyologa kulak verelim. Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Arus Yumul, “Yaşam tarzı savaşı yaşıyoruz” diyor. “Batılı gibi giyinen, hareket eden, dans eden ‘medenî beden’ olarak kabul edilmiş, diğerleri dışlanmıştı. ‘Normalin dışında’ kalanlar kamusal alanın dışına çıkmak zorundaydı veya farklı bedenselliklerinden kurtulmak zorundaydı. Şimdi özel alana itilmiş olanlar kamusal alana giriyor. Yaşanılanlar ‘kurgulanan medenîleşme projesinin’ bir anlamda başarısızlığa uğramasıdır.”
Demek ki ne imiş? İmana karşı savaşılmazmış, savaşanlar kaybedermiş? Ne imiş? Hayata ve fıtrî olana savaş açılmazmış, açanlar başarısızlığa uğramaya mahkûmmuş. Ne imiş? Bu koyu zulümler ve karanlıkların ardından aydınlık sabahların gelmesi ve başka savaşların da kazanılması mukaddermiş!
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |