Bir ilândır bayrak. Saltanatın, hâkimiyetin ve mâlikiyetin ilânıdır. Bir yere bayrak dikmek, o yerin o saltanatın hâkimiyeti altında olduğunu ilân etmektir. Yâni, dikilmiş her bayrak bir zikirdir, temsil ettiği saltanatı zikreder, onu anar, onu anlatır, onu hatırlatır.
Bayrak, aynı zamanda, o mülk için başka saltanatların ve hâkimiyetlerin toptan reddidir. Bir anlamda tevhid nişânesidir. Çünkü gerçek olan bu saltanattır, diğerleri ise sahtedir. Saltanat, ortak ve şerik kabul etmez. Ve bayrak da başka hiçbir saltanat ve hâkimiyetin orada küçücük de olsa pay sahibi olamayacağının simgesidir.Kim düşman görülüyorsa, ona karşı dikilir bayrak.
Bir fetihtir bayrak dikmek. Bayraktar da fatihtir; o bayrakla o yeri, o saltanat adına zapteder, fetheder. Herkesin ve her yerin, kendi sultanının mülküne dahil olmasına çalışır. Elinden gelse dünyanın her tepesine, aya, yıldızlara dikmeye çalışır bayrağını.
İnsan, kendi başına âciz, zayıf bir varlık iken, elinde tuttuğu bayrakla sultanının kuvvetini arkasında hisseder. Tek bir kişiyken ordu hükmüne geçer. Hiçlikten, yalnızlıktan, sayısız düşman karşısında zillet ve esaretten kurtulur. O bayrak sayesinde her daim sultanını hatırlar, ona olan bağlılığını tazeler; ona dayanır, onun adına hareket eder, ona sığınır, ondan medet umar. Varlığını onun varlığına armağan eder. Çünkü varlığı onun varlığına bağlıdır. Kısacası, insanla sultanı arasında bir bağ olur bayrak. O bağ sayesinde insan önce kendi kendisine, sonra başkalarına teslimiyetinin, sığınışının, dayanak ve medet noktasının adresini duyurur.
Saltanat biriciklik ve istiklâliyet ister. Tâbilerinin bölünmemiş sadâkatini talep eder. Başka türlüsü, yani bölünmüş bir sadakat, ihanet demektir. Ki zaten, bayrak saltanatın tekliğini, ve o ülkenin ‘bölünmez bütünlüğü’nü ilân eder. Küçücük de olsa başka bir bayrağın asılması, bu bütünlüğün bozulması, bir bütün olarak saltanatın reddi anlamına gelebilir. Buna karşı gerekirse bütün bir ordu harekete geçirilir. Bayrağın bütün mensupları ayağa kalkarlar ve bayraklarına olan sadâkatlerini bir kez daha yenilerler.
Bayrağın değeri bizzat kendisinden değil, temsil ettiği mukaddes saltanattan gelir. Bayrağa uzanan kırılası el aslında o saltanata isyanla kalkmıştır. Bayrağa uzanan lâl olası dil o saltanatı tanımıyor demektir. Bir saltanatı görüp tanıyan göz, başka saltanatları görmeyecektir. O yüzden, bayrağa dikilen körolası kem göz, başka bir saltanat adına bakıyor demektir.
Nihayet, bayrağın inmesi, başka bir bayrağın dikilmesi zillettir, esarettir, şerefsizliktir. Can verilir, baş verilir; ama bayrak dik tutulmaya çalışılır. Çünkü bayrak kurtuluş simgesidir. Düşman saltanatının esaretinden kurtulup gerçek saltanatın şefkatli sinesinde cennete mahsus bir hürriyet duygusunu yaşamayı simgeler.
Her bahar, dünyamız çeşit çeşit yüzbinlerce bayrağın resmigeçitine sahne olur. Yeryüzü tarlasındaki bitkilerin her bir türü, kendilerini sanatla yaratan Sultanlarına hal ve istidat diliyle şöyle seslenir: “Rabbimiz bize kuvvet ver ki, yeryüzünün her bir tarafında türümüzün bayrağını dikmekle Senin rububiyet saltanatını kendi dilimizle ilân edelim. Ve bizi başarılı kıl ki, yeryüzü mescidinin her bir köşesinde Sana ibadet edelim. Seni zikredelim. Ve yeryüzü sergi sarayının her bir tarafında Senin güzel isimlerinin nakışlarını, Senin eşsiz ve antika sanatlarını kendi dilimizle sergilemek için bize yardım et ve yolculuk için güç ver.”
Onların hikmetli Yaratıcıları da onların mânevî seslenişlerini kabul eder. Kiminin tohumlarına kıldan kanatçıklar takar ve onlar da her tarafa uçup giderek Sultanlarının güzel isimlerini gören gözlere okuturlar, O Sultan bazılarının tohumlarını sindirilemeyecek kadar sert bir kemik gibi yapar ve bu kemiğin üzerine hayvanlara besin olacak bir tabaka sarar. O bitki türü de böylece dört bir tarafa dağılır ve Sanatkârının haşmetli saltanatını ilân eder.
Dağ başında olsun, yol kenarında olsun, her sarı çiçek öbeği bir bayrak gibi ilâhî saltanatı hatırlatır. Tek tek nazik, nazenin bir güzelliği sergileyen sarı çiçeklerin düzlük ve ovalardaki birliktelikleri ise haşmetli bir celâli dile getirir. Onlara bakan bozulmamış nazarlar, önce sarıçiçek türünün, sonra bir bütün olarak çiçek türünün, sonra bütün bitkilerin... Sanatkârının celâlli saltanatını görür. O sarı çiçeğin o Sanatkârın binbir ismini zikreden bir kul olduğunu farkeder.
Her renk çiçek, her bitki, her hayvan aynı saltanatı ilân eder, aynı Sultan’ın sanatlı yaratışını sergiler. O Sultan’dan başka hiçbir sahte sultanın kendisinin yaratılışına müdahale edemeyeceğini bildirir ve diğer bütün saltanatları âcizliğe mahkûm eder. Her bir çiçek türü, ilâhî saltanatın birliğini kendi diliyle haykıran bir tevhîd bayrağıdır. Bitki olsun hayvan olsun, bütün türlerin zikirleri, ilânları ve ibadetleri birleşince, bu defa yeryüzünün kendisi kâinat kalesine kondurulmuş bir tevhîd bayrağına dönüşür. Sağır kulaklardan başka herkesin duyabileceği gür bir dille o Sultan’ı zikreder, kör gözlerden başka herkesin görebileceği eşsiz haşmetle o Sanatkâr’ın eşsiz sanatını sergiler.
Bitki ve hayvanların türler halinde yaptığı bayrak(tar)lığı, sınır konmamış duyguları ve binbir yetenekle donatılmış ruhuyla, insan tek başına yapar. Ve insanların içinde de en mükemmel tevhîd bayraktarı Hz. Muhammed’dir(sav). İlâhî saltanatın rakipsizliğini, kâinat ülkesinin bölünmez bütünlüğünü, hiçbir bâtıl saltanatın o ülkenin bir karış toprağında bile hak iddia edemeyeceğini ispat etmiş, getirdiği Kur’ân’la o bâtıl saltanatları mânen ve maddeten yerle bir etmiştir.Her sözünde, her hareketinde, her halinde, hatta susmasıyla dahi tevhidi dile getirmiş, hayatıyla o saltanata delil ve dellâl olmuştur. Gurur yerine hamd ve şükrü, düşmanlık yerine kardeşliği, istibdat yerine gerçek eşitlik ve adaleti tesis etmiştir.
Peygamberliğinin ilk günlerinde, tevhîd ve hamd bayrağını elinden bırakması için kendisine dünyevî iktidarlar ve saltanatlar teklif edilince, “Bir elime güneşi, bir elime ayı verseler, yine de davamdan vazgeçmem” demiştir. Ömrünün son günlerinde, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan ve aslında dünya mülkü ve iktidarını isteyen Müseylime-i Kezzab’ın yeryüzünü paylaşma teklifine ise, “Sizin için bu dünyadan korkuyorum, ola ki dünyevî şeyler için birbirinizle rekabet edersiniz” diyerek, hikmet ve şefkat yüklü bir uyarıyı dile getirmiştir.
Ve onun sahabesini, İncil ve Tevrat “Kudsîlerin bayrakları yanlarındadır” diye haber vermiştir. Gerçekten de, onlar da her hallerinde Sultan-ı Mutlak olan Rablerinin dilediği gibi yaşamaya çalışmış, her fırsatta birbirlerine Sanatkârlarını tanıttırmış ve sevdirmiş; sözlerini ve hallerini kudsî İslâm milliyetine bayrak yapmış insanlardır. Aynı zamanda, onlar tevhid bayrağını bir tarafta Atlas Okyanusuna, diğer tarafta Asya’nın içlerine dek hem kalelere ve hem de kalplere dikmiş fatihlerdir. Onlar, “gökyüzündeki yıldızlar” gibidir. İnsanlık semasında dalgalanan tevhid bayrakları gibidir.
Ve her devirde yaşayan hakiki mü’minler ellerinden, hallerinden ve kalplerinden o ümmî Nebî’nin ‘livâü’l-hamd’ini, yani Hamd Bayrağını düşürmeyen bayraktarlardır. Bütün mülkü ve bütün hamdi Rablerine hasretmeleriyle de, İlâhi saltanatın insan şeklindeki bayraklarıdır. Ki, kâinat ülkesi bu bayraklarla, bu bayraktarlarla anlamını kazanır ve korur. Onların bitmesi, kâinat ülkesinin de ömrünün bitmesi ve onun yerine âhiret ülkesinin, Cennet ve Cehennem’in açılması anlamına gelir.
Bütün saltanatlar kendilerine tâbi olanlara cennet vaad eder. Ama, insana hem dünyada, hem de âhirette gerçekten cennet saadetini verebilecek tek saltanat vardır. Diğerleri ise, olsa olsa bu dünyadaki yalancı cennetleriyle göz boyarlar.
İşte, Hz. Muhammed’in(sav) Hamd Bayrağı diğer dünyevî ve şirke bulaşmamış saltanatların bayraklarının aksine, hem dünyada, hem âhirette kurtuluşun simgesidir. Hadis-i şeriflerde, Haşir Gününde Hamd Bayrağını tanıyabilenlerin onun altında toplanacağı ve salihler zümresi içinde haşrolunacakları bildirilmektedir.
Âhirette Hamd Bayrağını tanıyabilmek ise, bu dünyada ilâhî saltanatı Hz.Muhammed’in ders verdiği gibi tanıyabilmek, onun bayraklarını görebilmek, onun bayrağı ve bayraktarı olabilmekle mümkündür.Mülkü, irili ufaklı hayalî, arzî saltanatlara değil, tamamen Sultanlar Sultanı’na mahsus görmekle mümkündür. Ki, mülkü tamamen Allah’a verebildikten sonradır ki, hamdimizi de O’na has kılabilir ve böylece Hz. Muhammed’in(sav) Hamd Bayrağını hem bu dünyada hem de âhirette tanıyabilir ve Cennet’e lâyık olabiliriz.
O halde dönüp kendi kendimize bakmalı değil miyiz? Elimizde, dilimizde, kalbimizde hangi saltanatın bayrağı var? Hayatımızı, mülkü bölünmeden Allah’a teslim etmeye adayabiliyor muyuz? Yoksa, İlâhî mülkü elimizle, dilimizle veya kalbimizle hayalî ve sahte saltanatlara mı bölüyoruz?
Zerreden yıldızlara kâinatın ‘bölünmez bütünlüğü’nün mü, yoksa hayalî sınırlarla bölünmüş toprak parçalarının mı üstüne titriyoruz? Kâinatı Allah’tan gayri herşeyle -kör tesadüfle, cahil sebeplerle, âciz tabiatla, kendi kendinelikle- izah edenler karşısında aynı hassasiyeti ve tepkiyi gösterebiliyor muyuz? Yeryüzünü sahipsiz bir yağma malı gibi aralarında bölüşen sahte saltanatların hepsine birden en azından kalben tavır alabiliyor muyuz? Onlara karşı “Mülk Allah’ındır” sözünü bayrak ve zikir edinebiliyor muyuz? Yoksa, kâğıtlarda çizilmiş sınırlar kalbimize ve zihnimize de mi kazınmış? Zihinlerimiz ve kalplerimiz, ulusal sınır tanımayan kuşlar kadar da mı hür değil?
Mülkümüzü ve hamdimizi doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbi olan sultanımıza arzedebiliyor muyuz? Yoksa, nimetlerin sadece birer vesilesi olan beşerî saltanat perdelerinde mi takılıp kalıyoruz? Duygularımız zevalsiz, beka sahibi bir saltanat ararken, adresini şaşırıp fani saltanatların eteklerine mi yapışıyor?
Sarı çiçekler her bahar bütün tepelere âlemlerin Rabbinin saltanat bayrağını dikiyorlar. Hz. Muhammed(sav) kâinat tepelerinde tevhîd ve hamd bayrağını mânen hâlâ dalgalandırıyor.
Peki ya biz? Biz kimin bayraktarıyız? Dünyada da, âhirette de ebedî saadeti vaad eden saltanat-ı ilâhiyenin mi kuluyuz? Yoksa, şu fânî dünyanın fânî, geçici, beşerî saltanatlarının gönüllü esiri miyiz?
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |