Aysun’u şahsen tanımam. Eski okulumda
öğrencim olmadı. Bir-iki defa okul koridorlarında, birkaç defa da televizyon
ekranlarında görmüşlüğüm var, o kadar. Bir de, hocalığını yapan arkadaşlarımdan,
onun öyle havalı ve burnu büyük bir kızcağız olmadığını duymuşluğum. Aysun,
muhtemelen derin tahlilleri veya bilgi birikimi için değil, görsel değeri
nedeniyle kadın-kadına bir sohbet programının parçası, biliyorsunuz. Son
sözlerini de duymuşsunuzdur mutlaka. Hani üniversite okumuş, şehirli bir insan
ile belki hiç okula hiç gitmemiş, çoğunluk dağlarda yaşayan bir çobanın
oylarının eşit olmaması gerektiğine dair lafını/gafını. Eh, gardlar zaten
alınmış, yumruklar hazır sıkılmışken, ateşin üstüne dökülen gazyağı etkisi
gösterdi bu sözler. Kendisi de neye uğradığını şaşırdı. Belki de pişman oldu…
Bütün zihinlerin siyaset odaklı çalıştığı bir zamanda yaşıyoruz. Aysun’un
talihsiz sözleri ilk bakışta sadece demokratik eşitliğe aykırıymış gibi
görünebilir, ama biliyoruz ki, seküler modernliğin sillesini yemiş nice zihin
böyle düşünüyor aslında. Üniversite eğitimi almış, şehirde okuyan, kariyer
sahibi (bu arada, çobanlık niye kariyer sayılmaz, bunu da sorgulamalı değil
miyiz?) birisinin bir çobana göre daha geniş bakış açısına, daha derin bir
anlayış kapasitesine sahip olduğu, dolayısıyla daha doğru ve sağduyulu kararlar
vereceği yargısı yatıyor bu düşüncenin altında. Peki, gerçekten öyle mi?
İşte, tam bu noktada, bir kıssayı/öyküyü hatırlamanın zamanıdır. *** Eski
zamanlarda, ilim aşığı, feraset sahibi bir baba küçük yaştaki oğlunun elinden
tutup, uzun yollardan geçip bir ilim adamının yanına götürmüş. “Hocam,
oğluma ilim öğretin” demiş. “Onun tam anlamıyla yetiştiğinden emin olduğunuzda
gönderin bana, daha önce değil.” Yıllar yılları kovalamış. Çocuk istekli,
hoca derya misal. Delikanlı öğrendikçe öğrenmiş, hoca onun ilmine ilim katmış.
Nihayet, âlim, delikanlıya öğretebileceği her şeyi öğrettiğine kanaat getirip
onu evine göndermiş. Delikanlı babasının yanına gelmiş. Saygıyla elini öpmüş
ve hocasının eğitimini tamamladığını söylediğini anlatmış. Babası, gencin
gözlerinin içine bakmış. Gülümsemiş, başını hafifçe sağa-sola sallayıp şöyle
demiş: “Oğlum, hocanın yanına dön ve ona şöyle de: ‘Babam, bana
öğretilemeyeni öğrenmenin yolunu göstermenizi istedi.’” Oğul denileni yapmış.
Hoca, babanın bu sözlerindeki meramı anlamış elbette. Gence tam tamına kırk
koyun emanet etmiş. “Bu koyunları al ve dağlara çık” demiş. “Ne zaman ki,
sayıları 80’e tamamlandı; o zaman geri dön.” Hikmetini pek anlamasa da, genç
hocasının dediğini yapmış ve koyunları alıp dağlara çıkmış. İlk geceden sonra
anlamış babasının sözlerindeki derinliği. Karanlık gecelerde yıldızlar kandil
olmuş ona. Konuşacak kimsesi olmayınca, dili susmuş; ama âlemin yaratılışındaki
harikalığı karşısında kalbi dile gelmiş. Kulağı âlemdeki binlerce nağmeyi ve
fısıltıyı taşımış duygularına. Sosyal hayatın bütün kirlerinden temizlenmiş
zihni, ruhu hafiflemiş. Yavaş yavaş hem kendi içine doğru yolculuğa başlamış,
hem de hocasının yanında öğrendiği ilimlerin hakikatını hissetmeye. Bakışı
keskinleşmiş, üzerine bir heybet ve vakar gelmiş. Aylar geçip de koyunların
sayısı 80’i bulunca önce hocasının yanına, sonra da babasının huzuruna varmış.
Babası, yine bakmış oğlunun gözlerine. Yüzüne bu defa anlamlı ve memnun bir
gülümseme yerleşmiş. “İşte şimdi oldu” demiş. “Şimdi, öğretilemeyeni
öğrenmişsin.” *** Aysun veya şehirli çoğunluk “tefekkür” kelimesinin
anlamını bilir mi, bilmem. Tefekkür, derin düşünce demektir. Olguların ve
olayların yüzeyinde kayıp gitmeden, işin dedikodusuna düşmeden, aslı ve özüne
dair fikir yürütmektir. Hakikata doğru yol alma cehdidir tefekkür. Ve tefekkür
sadece akılla yapılmaz. Aklı aşan, kalbi de içine alan en insanî iştir. Kalbiyle
akletmektir. Bilginin kaynağını gözlem ve deneyle sınırlayan, aklını gözüne
indirgeyen, aklın kalble ve görünür (şahit olunan) âlemin görünmeyen (gaybî)
âlemle bağlarını kopartan, ilham ve sezgi gibi bilgi kaynaklarını elinin
tersiyle iten Aydınlanmacı zihnin pek yabancısı olduğu bir şeydir tefekkür.
Üniversitelerde öğretilmez. Evet, maalesef, modern okullarda ve
üniversitelerde tefekkür öğretilmez. Zahirî akıl yürütmenin yöntemleri
öğretilir, kalbî akletme değil. Hadi İngilizcesini de verelim burada.
“Reason(ing)” sebeb-sonuç ilişkilerini keşfetmeye yarayan zahirî akıldır, ama
dış âlemden gelen bu malûmat ancak “intellect(ion)”ın, yani kalbî aklın emrine
girdiğinde bilgiye/ilme ulaşılabilir. Maalesef, hâlâ Aydınlanma’nın
tasallutundaki modern bilgi teorileri ve eğitim kurumları ısrarla zahirî aklı
baş tacı yapar da, kalbe ve tefekküre sırtını döner. Oysa, nasıl ki, göz ve
diğer zahirî duygular akla veri sağlayan hizmetkârlarsa, zahirî akıl da kalbe
malûmat ve tefekkür malzemesi getiren bir araçtır. İlim, ruha ve kalbe ait bir
hassadır, (zahirî) akla değil. Ve ilim/bilgi nurdur; ruhu aydınlatan, insanı
mütevazı kılan, Yaratıcısı karşısında huşu duymasını sağlayan bir nur.
Gelgelelim, Aydınlanma, isminin ve iddiasının tam aksine, insanı bu nurdan
mahrum eder ve onun ruhunu kör tesadüfün, sağır tabiatın ve nedensiz sebeb-sonuç
ilişkilerinin karanlığına atar. Yaratıcısız, yapayalnız, çaresiz, savunmasız
bırakır… Modern eğitim, insan ruhunu tâ baştan yaralayan bir mahiyettedir o
yüzden. Bu eğitimin tezgâhından geçmiş modern insan, ancak irfanî kaynaklardan
beslenebilir, kalbini arındırabilir, malûmatını ilme çevirebilirse kurtulabilir.
Bediüzzaman’ın mekteplilere şefkatinin bir nedeni de onların yaralı ruhları olsa
gerektir. Bir de, Barla Lahikası’nda “Merhaba ey kendi hastalığını teşhis
edebilen bahtiyar doktor” diyerek başlayan, 3. Zeyl’deki mektubu bu gözle okumak
gerekir. Buna karşılık, tıpkı, öykümüzün de dile getirdiği gibi, tefekkürün
kaleleri dağlardır. Issızlıktır. İnzivadır. Öğretilemeyenin öğrenildiği
mekânlardır. Birçok âlimin tefekkür için yüksek yerleri seçmesi bundandır.
Çobanlığın peygamber mesleği olmasının bir hikmeti budur. Ruhlar ancak
sessizlikte, uzakta, yükseklerde genişler ve yükselir, şehrin kirlerinden
arınır. İlham ve vahiy gibi ilâhî tekellüme mazhariyete lâyık olur. Dağlar hem
maddî hem manevî yüksekliğin simgesidir. Tûr ve Hira Dağları bunun şahididir.
Hasıl-ı kelâm, Aysun ve Aysun gibi düşünenlerin, kendilerini sağduyu veya
içgörü (feraset ve basiret) gibi konularda çobanlarla karşılaştırmadan önce
birkaç defa düşünmeleri; yarışa çok geriden ve engelli başladıklarını bilmeleri
gerekir. Dağarcıklarında çok malûmatın bulunması noktasında elbette daha
ileridirler, ama ruhları tekamül ettiren, olgunlaştıran bilgi kırıntıları değil,
bunların ruha ve kalbe ne kadar yerleştiği ve ahlâk haline gelebildiğidir…
Neyse, şimdiden haber vereyim, ben bu yaz, kısmet olursa, sahil kenarına değil,
dağlara kaçıp ruhuma güzel bir armağan vereceğim. Ve de dağlarda ruhunu
kirletmeden tefekkür üzere yaşama şansına sahip çobanlara gıpta etmeye devam
edeceğim.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |