16.07.2005 - Yeni Asya Gazetesi
Her türlü hayat tarzının kendisini, pek normal ve beklenir biçimde, sembollerle ifade ettiği bir gerçek. Özellikle dinler için, semboller, kutsalı ve sembollerin anlam kaynağını hatıra getirdiği için daha önemli. Bu noktada, başta başörtüsü, sakal vs. gibi unsurların, hiç de iddia edildiği gibi "siyasal semboller" oldukları için değil, tam da "dinî semboller" oldukları için muhalefet gördüklerini ve hatta yasaklandıklarını belirtmek gerekiyor.
"Annelerimizin geleneksel başörtüsü" ile başlayıp "siyasal sembol olarak türban" gibi bir ifadeyle devam eden analizlerin altı kazındığında çıkan şudur: Başa konulan örtü, saçı ve boynu tamamen kapattığı zaman siyasal sembol haline gelir. Oysa, farklı dinî yorumlar olsa bile, biliyoruz ki, bir bayanın saçının bir tutamını bile veya boynunun bir parmaklık bölgesini bile göstermeden örtmeye meyletmesi olsa olsa dinî bir kaygıdan ileri gelir. Doğrudan dine muhalefeti göze alamayanlar, bu dinî kaygı ve duyguyu "siyasal" yaftasıyla tehlikeli gösterip saldırmaya çalışsalar da, muhalefetin ve itirazın dine ve dinî olana yapıldığını bilmek gerekiyor.
Örtü veya örtünme üzerinden ister istemez şu soru kaçınılmaz hale geliyor: Sınırları kim çizecek? Baştan semavî ve müteal bir otorite olarak Yaratıcının rabliğine şu ya da bu derecede kayıt koymak isteyen bakış açısı için, bir eylemin ardında yatan niyet dinîleştiği ölçüde o eylem/amel "tuhaf" ve kendi hayat tarzlarına meydan okur nitelik kazanıyor. Sözgelimi, laikçi hassasiyetleri gelişmiş bir toplulukta bir bardak suyu içmek için oturduğunuzu ve suyu üç yudumda yavaş yavaş içtiğinizi düşünün. Bu farklı tarz "neden?" sorusunu getirecek ve sizin eyleminize gösterilecek tepkiler verdiğiniz cevapla şekillenecektir. Siz eğer "Ayakta su içmek, bacaklarda selülit yapıyormuş. Bilim adamları oturarak su içmenin sağlığa faydalı olduğunu söylüyor" derseniz, dünyevî hayatı korumaya yönelik bu niyet ifadesine karşı gayet yumuşak ve anlayışlı, hatta destekleyici bir tutumla karşılaşırsınız. Ama "Bu bir sünnettir. Yani, Yaratıcının en çok sevdiği insan olarak Peygamber'in (asm) suyu bir ibadet olarak bu şekilde içmesini örnek alıyorum" dediğinizde, karşılaşabileceğiniz yorum ve tepkileri tahmin edebilirsiniz.
Zor bir zamanda yaşıyoruz, doğru. O kadar zor ki, dinî hassasiyetleri olan insanları bile dinin çizdiği sınırları çiğneyen, ama belli zamanlarda belli mekânlarda "normal" kabul edilen hayat tarzlarını olumlayıcı bakmaya itebiliyor. Yaz aylarında, serinlemek için bir nimet olabilecek kumsallar ve deniz kenarları, çıplaklığın esas olduğu bir arena haline gelebiliyor. Yaz aylarında, nefsin rablik ve belirleyicilik iddiaları o kadar kuvvetleniyor ki, bırakın bir plajı, herkesten uzakta açık denizde bir tekneden tesettürle denize girmek "anormal," "tuhaf" ve hatta "estetik dışı" görülebiliyor. İnsan bedeninin olanca çıplaklığıyla şehvetli nazarlara sunulmasını anormal, tuhaf ve estetiksiz görmüyor bu bakış, bedenini örtüp deniz nimetinden yararlanmaya çalışan bir insandan rahatsız oluyor. Çünkü, eyleminin ardında, saf dinî bir motif var. Rahatsızlık bu motiften!
Buraya kadar mâlûm zihniyetin dışavurumu diyebiliriz. Ama dindar bilinen insanların aynı koroya katılıp "Türbanla da denize girmeyiversin!" veya "İnsanları rahatsız etmemek lâzım" ya da "Gerçekten de tuhaf görünüyor" türünden analizler yapması zihinlerimizin ne denli işgal altında olduğuna ipuçları sağlıyor. Bilmeden, dine ve dinî olana, daha doğrusu dinin yaşanılır hale gelmesine itiraz edenlerin değirmenine su taşınıyor.
Din, soyut bir inançtan ibaret değil. Amel boyutu da var ve amellerden yola çıkarak bir kişinin inancı hakkında yorum yapılamayacağını insaflı ve hakperest âlimler icma ile belirtiyorlar. Ancak, inandığımız gibi yaşadığımız veya ergeç yaşayacağımız da bir gerçek. Tesettürü siyasal bir sembol olarak görüp yasaklanmasını destekleyen veya örtüyle denize girilmesine yüz buruşturan insanlar, hiçbir şekilde inançsız olduklarını kabul etmezler. Haklıdırlar da. Onlar da inanmaktadır. Ama nasıl bir Yaratıcı'ya inandıkları konusu irdelendiğinde, bu inancın kâinatı yaratıp sonra kenara çekilmiş, dolayısıyla insanın yapıp-ettikleri gibi cüz'î şeylerle ilgilenmeyen; isim ve sıfatları itibariyle mutlaklıktan uzak; neredeyse tamamen soyut ve bir çeşit enerjiye indirgenmiş bir Yaratıcı tasavvuru olduğu ortaya çıkar.
Bu tasavvurda; sonsuz kudret ve ilmiyle yıldızlardan partiküllere herşeyi kuşatan, en büyük sesleri olduğu kadar insanın kalbinden geçen en küçük dilekleri bile duyabilen, sonsuz merhameti ve muhabbetiyle Kendisini insana sevdirdiği gibi, insanın da Ona olan sevgisini Onun sınırlarına riayetiyle göstermesini isteyen; sonsuz celâl ve izzeti ile insanları nefislerinin tuzağına düştükleri takdirde rahmetinden uzaklaşacakları gerçeğiyle tehdit eden bir Yaratıcı bulunmadığı açıktır.
Sonuç mu? Nedense aklıma, hem bazen içeriden hem de daha ziyade dışarıdan Risale-i Nurların sırf imanı konu aldığı yanlış kanaati geldi. Mutlak isim ve sıfatlarıyla tanınan bir Yaratıcının emir ve yasaklarının hayata doğrudan nüfuz etmesinden daha normal ne olabilir? Yaşanmayan bir imandan kime ne fayda gelebilir? Son bir soru da, plajların efendisine: Diyelim ki, deniz kenarlarını da kamusal alan ilân ettiniz ve örtülü denize girmeyi yasakladınız. Bu, seksen küsur senedir seküler bir ahlâk inşa edememiş olduğunuz gerçeğini örtebilir mi?
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |