21.07.2006-Yeni Asya Gazetesi
Said Nursi’nin doğumundan yaklaşık olarak 1920’lerin başına kadarki hayatını “Eski Said” olarak tasnif edecek olursak, bu dönemin, İslâmî niteliği ağır basan Osmanlı Devletinin, ya da siyasî hilâfetin sona erişine dek sürdüğünü görüyoruz. Bu husus, Said Nursi’nin o dönemdeki düşüncelerini ve faaliyetlerini anlarken, genel bir çerçeve sağlaması açısından, önem taşıyor.
O dönemi kabataslak tasvir edecek olursak: İslâm toplumunun 17. yüzyıldan başlayarak kötüleşen siyasî ve iktisadî durumunun 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında dibe vurduğunu söylemek mümkün. Hindistan alt kıtasında İngiliz, Endonezya’da Hollanda sömürgeciliği; Kuzey Afrika’da işgallerle toprak edinen İtalyanlar, İngilizler… ve Ortadoğu’da zevali yaklaşan Osmanlı devleti. Siyasî ve askerî başarısızlıklar; Avrupa’dan gelen pozitivist bilim ve felsefenin dalga dalga yayılması; geleneksel yapının çözülüşü; Avrupalıların “Biz sizden daha ileriyiz” mesajını her fırsatta vermesi ve ellerindeki bilimsel-teknolojik başarıları kolektif egolarına âlet ederek, diğer kültürleri ve toplumları küçümsemesi; Avrupa’nın ve onun değerlerinin topluma sızması; İslâmî tefekkürün sönükleşmesi...
Bu vasatta, 18. yüzyıldan başlayarak Hindistan’da şeyh Veliyullah Dehlevî geleneksel İslâmî anlayışa sâdık kalarak; Seyyid Ahmed Han—kendisine ve takipçilerine “tabiatçı” ünvanını “kazandıracak” ölçüde—bilimci ve akılcı bir yol izleyerek; Arabistan’da Muhammed ibn Abdulvahhab daha katı bir din yorumunu benimseyerek, Afrika’da Seyyid Muhammed Sunusî siyasî bağımsızlığı önceleyerek; Cemaleddin Afganî cüz’î iradeye çokça vurgu yapıp mu’tezile bakış açısına yaklaşarak ve aynı zamanda İslâm Birliği mefkûresini önceleyerek; onun talebesi Muhammed Abduh, Ezher’de tartışmalı fetvalar vererek, hayır-şer konularında akılcı bir tutum izleyerek ve nihayet Muhammed İkbal modernci bir yorum geliştirerek çeşitli çözüm yolları ortaya koymaya çalıştılar.
İslâm dünyasının kalbi hilâfet merkezi Osmanlı, 19. yüzyılda ivme kazanan fiilî bir modernleşme sürecine girmişti bile. Eğitimde, hukukta, hayat tarzında Avrupalılaşma ya da Batılılaşma faaliyetinin çıkış noktasını “geri kalmışlık” psikozu ve devleti ayakta tutma gayreti teşkil ediyordu. Sadece devlet adamlarının değil, Batıcı olsun, Müslüman olsun, hemen bütün düşünürlerin temel kaygılarından birisi, devletin inkırazdan, toplumun geri kalmışlıktan kurtarılmasıydı.
Said Nursi’nin, o dönem mütefekkirleri gibi, geri kalmışlık ve ilerleme konusunu eserlerinde yoğun biçimde işlediğini görürüz.
Eski Said’in eserlerinde şeriat, meşrûtiyet, hürriyet, medeniyet gibi kavramların yanı sıra, terakki de son derece merkezî bir konumdadır. Bilhassa, II. Meşrûtiyet dönemindeki gazete makalelerinde ve konuşmalarında terakki nirengi kavramlardan biridir.
Said Nursi’nin o dönemdeki muhakemesini kısaca özetlersek şunları söyleyebiliriz:
İslâm toplumu geri kalmıştır ve bunun birçok sebebi vardır. İnsanı insan yapan cüz’î iradeyi elinden alan istibdat, ümitsizlik, yalanın sosyal ve siyasî hayatta egemen olması, ırkçılık ve Müslüman toplulukların arasındaki bağların gevşemesi, bireyler ve topluluklar arasında menfî duyguların yükselmesi geri kalmışlığın en önemli nedenlerinden bazılarıdır. Cehalet, ihtilâf, aşırı ferdiyetçilik, memuriyetin bir geçim kaynağı haline gelmesi de geri kalmışlığın sebeplerindendir....
Bir başka sebep, modern okullarla medreselerin ve tekkelerin arasındaki ayrılıktır. Ayrıca, Münâzaraat isimli eserde, tembelliği maskeleyen yanlış bir tevekkül anlayışının da Müslümanların İlâhî iradenin gereği olan sebepler arasındaki düzene karşı inat göstermelerine yol açtığı belirtilir. Yanı sıra, bazı büyüklerin kendi menfaatleri için Müslümanları, aslında âhiretin tarlası olan dünyadan soğutması da geri kalmanın bir sebebidir.
Yukarıda bahsi geçen faktörlerin hemen hepsinin, tıpkı az sonra sayacağımız terakkinin şartları gibi, dinî ve sosyo-psikolojik nitelikli oluşu, son derece dikkat çekicidir. Ayrıca, Eski Said, doğrudan doğruya İslâmın ve Müslümanların terakkisiyle ilgilidir; dünyevî bir kurum olarak bir devletin inkırazdan kurtulması onun öncelikleri arasında değildir. Bu yönüyle, Said Nursi’nin, sunduğu reçetelerle, ekonomik ve siyasî ilerleme yoluyla dini de ayakta tutacağı düşünülen devleti kurtarmaya çalışan İslâmcılardan ayrıldığı söylenebilir.
Said Nursi’ye göre, mevcut geri kalmışlıktan kurtulmak için, her şeyden önce rahmeti İlâhîye’ye kuvvetle ümit bağlamak; sosyal ve siyasal hayatta sıdkı, yani doğruluğu hakim kılmak, gerek bireyler, gerekse toplumlar sevgiyi tesis etmek, Allah’a kulluğa dayalı bir hürriyet ve hakikate dayalı bir tartışma zemini ile Müslümanlar arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi, Müslüman bireylerde diğergâmlığın ve fedakârlığın kaynağı olan kudsî İslâmiyet milliyetinin kuvvetlendirilmesi... gerekmektedir.
Eski Said’in ümit konusuna son derece önem verdiğini ve her fırsatta Müslüman muhataplarına İslâmiyet’in ilerlemeye engel teşkil etmediğini, Müslümanların da gerek geçmişleriyle, gerekse halihazır himmetleriyle terakkiye kabiliyetli olduğunu hatırlattığını görüyoruz.
Burada bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Yukarıdaki tesbitlere ilişkin genel bir aşinalığın olduğunu söylemek mümkün. Ama Said Nursi’nin ilk dönem fikirlerini daha iyi anlayabilmek için, onun tesbitlerinde “olmayan” ögeler üzerinde de durmak gerekiyor. İlerleyen satırlarda, Eski Said’in düşüncelerinde bulunmayan hususlar yer almaktadır:
1) Müteal boyutun eksikliğini ifade eden, doğrusal zaman anlayışı.
Doğrusal zaman anlayışı, Avrupa aydınlanmasının ve onun anahtar kavramı olan “ilerleme”nin özünü oluşturur. Tarihin—ya da zamanın—herhangi bir amacı olmaksızın, mekanik bir biçimde, sebep-sonuç ilişkileriyle “ilerlediğini” ileri süren bu anlayış, semavî dinlerin beyan ettiği ve varoluşta da esas olan çevrimsel—ya da devrevî—zaman idrakine ters düşmektedir. Ancak, Said Nursi, bu doğrusal zaman ve tarih tasavvurunu reddeder:
“…Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. (Hutbe-i Şamiye)
2) Avrupa’nın ilerleme aşamalarını taklidi amaçlayan İslâmî bir aydınlanma çağrısı.
Mu’tezile mezhebinin akılcılığını modern dönemde yeniden ihyaya çalışan, ilerlemeye mani olduğunu iddia ettikleri Eş’arî kelâmını suçlayan, aklın vahyin rehberliğine ihtiyaç kalmadan iyiyi kötüden ayırabileceğini ileri süren kimi Müslüman düşünürlerin aksine, Said Nursi, ehl-i sünnet anlayışından ayrılmamıştır.
3) Akılcılık ve içtihad vurgusu.
İslâm toplumunun fikrî ve fiilî durgunluğunun sona erdirilmesi için, vahiy-akıl dengesinde aklı önceleyerek içtihada yeniden işlerlik kazandırılmasını isteyenlere mukabil, Said Nursi’de, problemin din üzerinde oynayarak değil, bireylerin ve toplumların dine bağlılıklarının korunarak, hatta kuvvetlendirilerek çözülebileceği görüşü hakimdir.
4) Modern bilimlerin ve modern okulların öncelenmesi.
Osmanlı başta olmak üzere, Müslüman ülkelerde 19. yüzyılda giderek hızlanan modernleşme sürecinde Avrupaî okullarda okutulan pozitif bilimlerin büyük etkisi olmuştu. Bu eğilim, şahsî dindarlığına rağmen, Sultan Abdülhamid döneminde de olanca hızıyla devam etmişti. Said Nursi’nin başından beri bu husustaki ısrarlı tutumu, dinî ilimlerle modern bilimlerin beraber okutulacağı ve onların kaynaştırılmasıyla hakikatin tecellisine vesile olacak bir üniversitenin Doğu’da kurulması şeklinde olmuştu.
5) Teknolojinin seküler kabulü.
Eski Said, Avrupa’da doğan teknolojik gelişmeleri, yalınkat bir şekilde kabule taraftar değildir. Medeniyetin güzellikleri ve çirkinlikleri ayrımını sık sık gündeme getirerek, ikincisine kapıları kapayıp ilkine talip olunması gerektiğini vurgulamasından başka, çağdaş İslâm tefekkürüne son derece önemli bir katkıda da bulunmuştur.
Bu katkı, daha sonraları Yeni Said’in terakkiye bakışının odağını oluşturacak olan, teknolojik buluşlarla peygamber mucizelerini ilişkilendirmesidir.
İşarâtü’l-İcaz’da çekirdek olarak yer alan bu oldukça yeni ve orijinal yaklaşımı Said Nursi, 20. Söz’de tekâmül ettirecektir. (Bu konu, “Yeni Said’in ilerlemeye bakışı” başlığı altında ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.)
6) İlerlemeyi Müslümanların egemenliği için istemek.
Said Nursi, Avrupa’nın bozuk fikirlerine karşı savaşırken onun mücadeleyi ve hakimiyeti esas tutan düsturuna yenik düşmemiştir. Bilim ve teknolojiyi Müslüman egemenliğine basamak yapmak için değil, Müslümanların fakirlikten kurtulması ve insaniyeten terakki etmeleri için istemiştir.
“Fen ve san’at silâhıyla cehalet ve fakra hücum ediniz.” (H. Şamiye)
Said Nursi’nin cihadındaki düşman ne Batı, ne Hıristiyanlar, ne de Avrupalılardır. Ki “Bizim düşmanımız fakr, ihtiyaç, ihtilâftır” ilkesi de aynı noktaya işaret eder.
“Ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhıyla ilâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihad edeceğiz.” (s. 1930)
O yüzden, meşhur bir Müslüman düşünüre ait olan aşağıdaki yaklaşım Said Nursi’nin uzağındadır:
Galip gelmiş elini başka milletlere doğru uzatarak kendi bünyesini besleyecek, kendi varlığını kuvvetlendirecek maddeleri onlardan almayan millet mutlaka günün birinde başka milletler tarafından kemirilecek, yutulacak, dünya yüzünden kaldırılacaktır. Milletler arasındaki tagallüb [zorbalık], şahsî hayattaki beslenme gibidir. (İslâmcıların Siyasî Görüşleri, İsmail Kara)
7) İlerlemeyi maddî ve askerî açıdan kuvvetlenmek için istemek.
Başka bir Müslüman âlimin bir âyetteki “düşmana karşı kuvvet hazırlama” emrinin tefsiri niteliğindeki şu anlayışını da Said Nursi’de bulmak mümkün değildir:
“Evvelen: Ticaret, ziraat, san’at terakki ettirilerek kuvve-i berriye ve bahriyenin mütevakkıf olduğu para ihzar edilmeli.
“Saniyen: Madenler işleterek, tersaneler, tophaneler, fabrikalar tesis ve asrına göre son sistemde toplar, tüfenkler, kılınçlar, süngüler, zırhlılar, balonlar gibi her nevi savaş âletleri tedarik edilmeli...” (İ.S. Görüşleri)
Bunun sebebi, Eski Said’in zihninin siyasî yapıdan ve devletçi düzenlemelerden özgür olmasıdır. Onun gayesi, Müslümanların siyasî hakimiyeti değil, İslâmiyet’in ilkelerinin hakimiyetidir. Endişesi, herhangi bir dünyevî kurum ya da değer değil, din içindir. Dolayısıyla, terakkiyi Müslümanların siyaseten hakim olmaları için değil, “ilâ-yı insaniyet” ve onun sonucu olarak da “ilâ-yı kelimetullah” için istemektedir.
“Hakikî medeniyet nevi insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyeti nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir.”
(Divan-ı Harb-i Örfî)
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |
Röportaj |
|
Sitemizdeki Yazıları |
Nisa Suresinin Işığında Kadın Ve Erkek Arasında Adalet Ve Eşitlik |
|
Sitemizdeki Öyküleri |